24 Şubat 2010 Çarşamba

Nar

6 yıldır çalışmakta olduğum firma 4. kez ofisi yerini değiştirdi. İlk Mecidiyeköyde'ydik, ardından bir yıl Seyrantepe'de çalıştık sonra Yenibosna'ya gittik ve son olarak kıta değiştirerek Dudullu'ya taşındık.
Henüz ilk haftası benim için bu yeni iş mekanının. Etrafta lezzetli yerler araştırmasına başlamadım fakat dün öğle yemeğinde "Nar" adlı bir restauranta gittik.
Yeni ofisimize birkaç kilometre mesafede, Ağaoğlu Eltes Güneşi sitesinin yanında bulunuyor Nar.
Dekorasyonu sade ve özenli yapılmış bir mekan sizi karşılıyor içeri girdiğinizde.
Yöresel lezzetleri bulabileceğiniz gibi makarna ve salata çeşitlerini de ana yemek olarak tercih edebileceğiniz zengin bir menüye sahip.
Her menünün vazgeçilmezi olan çorba ile başladım yemeğe, günün çorbası olarak zengin baharatlı Ezogelin Çorbayı afiyetle içtim.
Benim Nar'daki tercihim menünüde de çorbadan sonra ilk sırada yer alan Çökertme Kebabı oldu.
Üç farklı et seçeneği ile sunuyorlar Çökertme'yi. İnce kesilmiş biftek, tavuk veya köfte.
Köfteli çökertme daha önce yemediğim için köfteliyi seçtim.
Her ne kadar kebap ailesinin bir üyesi olsa da çökertme kebabı hafif bir yemek ve gayet lezzetli.
Nar ne pahalı ne de ucuz bir restaurant, bence tercih edilebilir.
Nar'ı da lezzetli yerler listeme ekleyerek yeni yerleri denemeye devam edeceğim.

20 Şubat 2010 Cumartesi

Boğaziçi'de tencere yemekleri

Yıl 2001'di yanlış hatırlamıyorsam. O zaman çalıştığım şirket olan Geometri AŞ'nin sahibi ve eski patronum Eyüp Bey ile Ankara'daydık bir iş sebebiyle.

Gün içindeki toplantılarımızı bitirmiş, otele gidip istirahata çekilmeden önce güzel bir akşam yemeğine karar vermiştik.
Eyüp bey'in bildiği ve Ankara'ya geldiği zaman mutlaka uğrayıp yemek yediği bir ev yemekleri lokantasına gitmek üzere bir taksiye bindik. Bu lokanta Çankaya'daydı.
Taksi şoförüne gitmek istediğimiz yeri anlatmaya çalışırken bize demişti ki;
"Ben sizi Ulus'ta bir lokantaya götüreyim, oradaki yemekleri yedikten sonra bana teşekkür edeceksiniz."
Evet, Ankara'daki Boğaziçi Lokantısı ile tanışmam böyle olmuştu.
Ulus'ta Denizciler Caddesi ile Anafartalar Caddesi'nin kesiştiği köşede bulunuyor Boğaziçi Lokantası.
Dün de Ankara'daydım yine bir iş sebebiyle. Öğle yemeği için hazır fırsat bu diyerek Boğaziçi Lokantası'na gittik Ankara ekibimizden Ünal abi ve Mustafa ile.
Küçük bir lokanta, 54 yıldır hizmet veriyor aynı yerinde ve içeri girdiğinizde lokanta kurucusu Mehmet Bey'in oğlu ve şu anda işletmeciğini yapan İbrahim Bey karşılıyor sizi nazikçe.
Öğle saati olması sebebiyle tüm masalar doluydu ve 10 dakika kadar beklemek zorunda kaldık boş bir masa bulabilmek için ama olsun değecekti sonunda ve değdi de beklediğimize.
Boğaziçi'nin en meşhur yemeği bulunduğu şehir itibariyle Ankara Tava, fakat dün bizim gittiğimiz saatte kalmamıştı.
Biz de mutfak kısmını gördüğümüz camekanın arkasından lezzetlerimizi seçerek masamıza geçtik.


Neler mi diye soruyorsunuz?
Kuzu etini sevenler kadar sevmeyenler de çoktur, ben sevenler arasında yer alıyorum, lezzet tercihlerimizin tümü kuzu etli yemekler oldu.
Ben kuzu etli İslim Kebabı seçtim.


Ünal abi kuzu kapama,

Mustafa ise kuzu yahni seçti.

Tatlı olarak fındıklı fırın sütlaç,

ve kaymaklı ekmek kadayıfını afiyetle yedik.

Yemek üzerine yudumladığımız demli çaylar eşliğinde sohbet ettik.
Hesap ne kadar tuttu diye sorarsanız söyleyeyim, tüm bu yediğimiz gerçekten lezzetli diyeceğim tatlara 65 TL ödedik, yani Ünal abi ödedi sağolsun.

16 Şubat 2010 Salı

Mostar Köftecisi

Yenibosna'daki Mostar Köftecisi'ne sık olmasa da fırsat çıkınca muhakkak gidiyoruz iş arkadaşlarımla.
Geçenlerde de gittik yine.
İçeriği girdiğinizde isminden gelen Mostar Köprüsü'nün fotoğrafları ve duvarlardaki Rumeli Türkülerinin sözleri karşılıyor öncelikle.
Masaların dizilişi rahat ve ferah bir olduğu için rahatsız etmiyor sizi.
Öğle vakti gittiğinizde ve de kalabalık bir güne rastladıysanız servis için biraz bekliyorsunuz ama deyiyor sonunda gelen lezzetleri afiyetle tadınca.
Çorba olarak mercimek çorbası benim Mostar Köftecisi'ndeki vazgeçilmez başlangıcım oluyor her zaman.
Kıvamı, lezzeti tam yerli yerinde, ne fazla sulu ne fazla koyu, yağı da tuzu da tam ölçüsünde.

Çok da farklı değil Adapazarı'nın Islama Köftesi'nden buradaki Mostar Köftesi. Sunumu gerçekten göze de hitap ediyor. Buyrun fotoğrafı, katılmamamız elde değil.
Köftelerin altındaki pideler çok ıslatılmamış sosla, yumuşakça biraz sadece. Bir kaşık yoğurt güzelce eşlik ediyor köftelerin yanına, bir parça acı salça, iki dilim domates, birkaç sivri biber turşusu tamamlıyor tabağı.
Süsleme içinde kırmızı toz biber ve ince kıyılmış maydanoz renk cümbüşüne katkı sağlıyor tabakta.
Eh bu kadar süslü ve lezzet dolu bir tabağı mideye indirmek de pek uzun sürmüyor elbette.
Tatlı olarak da köftenin ardına irmik yakışır, hem de dondurmalı irmik ki kaşığı irmiğe daldırdığınızda, sıcağından irmiğin erimeye başlamış sade dondurma da kaşıkta yerini almalı ki, bu tat sizi sizden alsın.
Pahalı bir yer değil Yenibosna'daki Mostar Köftecisi, yolunuz düşerse muhakkak bir yemek vaktinizi bu lezzetli yerde geçirmenizi tavsiye ederim. 

Kış, Kar ve Salep

Oğlum bu sene ilkokula başladı, haliyle ben ve eşimde yeniden okuma ve yazmayı öğrendik ilk semestre.
Neymiş efendim o LE değilmiş, LLLLLmış. Harf demeyecekmişiz ona sesmiş aslında o derken ilk semestre bitirdi Burak karnesinde tüm notları pekiyi olarak.
Semestre tatilinin başlayacağı Cuma gününe birkaç gün kala meteoroloji uyarmaya başladı kar geliyor İstanbul'a diye ve geldi de kar gerçekten cumanın ertesi cumartesi ve bembeyaz başladı bizim Burak'ın yarıyıl tatili.
O gün öğleden sonra çıktık sokağa ve evimizin yakınındaki boş arazide kartopu oynadık, kardan adam yaptık.
Akşam olunca da eşimle birlikte Eyüp meydanına indik, beyazlığına şahit olmak için meydanın.
Hava soğuktu elbette hem de eksi derecede, üşümüştük yürürken meydanda ve attık kendimizi Eyüp meydanındaki Mado'dan içeriye.
Kış aylarının vazgeçilmez içeceği, insanın soğuk günlerde için ısıtan salep söyledik iki bardak.
Mado salepin sunumuna da kendi tarzını katmış.
Uzunca bir bardakta servis ediliyor öncelikle, bardağın alt kısmına hatrı sayılır miktarda antep fıstığı üzerine bardağı dolduracak kadar salep ve üzerine tekrar antep fıstığı konuluyor.
İsterseniz diye tarçında bardağa eşlik ediyor.
O soğuk ve karlı cumartesi akşamında büyükçe bir yudum alıp ağzınıza yuttuğunuzda, salepin sıcaklığını tamamen hissediyorsunuz, fıstıkla birlikte ağzınızda kalan lezzet de cabası.

Kiralanacak diş aranıyor

Buyrun size bu sefer de bir kısa hikaye, yazmayalı çok olmuştu aslında böyle hikayeler.
Ortaokul ve lise yıllarımda okulumuzun çıkardığı bir edebiyat dergisi vardı "Seher" adında, birkaç hikaye o dergi için, birkaç tane de kendim için yazmıştım.
Hatta ilk gençlik yıllarının hevesiyle bir de roman yazmaya başlamış ancak 30 sayfa kadar yazabilmiştim.
Neyse dönelim asıl konumuza, kıssa'dan hisse için kısa hikaye.

Kiralanacak diş aranıyor
Takvimler aylardan aralık ayını hem de bir ramazan aralığını, yıllardan ise herhangibir yılı gösteriyordu, önemi de yoktu aslında. Zaman ve mekan bağımsız bir ülkede yaşıyordu o.
Sabah uyandı, soğuktu evi, ne yakacak bir odunu vardı eski sobasında ne de cebinde ödeyecek para vardı doğalgaz faturası için.
İbrahim Ethem Hazretlerini hatırladı.
Bıraktığında tüm mal varlığını ve olmak için düştüğünde yollara İbrahim Ethem, karşılaşmış bir derviş ile.
Sormuş dervişe nasıl yaşadığını, derviş;
-Biz bulursak şükrederiz, bulamazsak sabrederiz. demiş
Bu laf üzerinde İbrahim Ethem de demiş ki.
-Bunu Belh'in kelbleri de yapıyor.
Derviş bozulmuş bu lafa ve o sormuş bu sefer de İbrahim Ethem'e nasıl yaşağıdını.
İbrahim Ethem;
-Biz ise bulursak dağıtırız, bulamazsak şükrederiz.
Bugün de şükretme günü dedi kendi kendine. Sahurda bir lokma yemiş ve niyet etmiş, şimdi de üstüne hırkasını geçirip dışarı çıkmaya hazırlanmıştı.
Kilitledi evinin kapısını ve çıktı sokağa.
Okuyordu üniversitede, üçüncü yılıydı ve bitirince mühendis olacaktı.
Cebindeki aylık akbil ile bindi otobüse ve tuttu kampüsün yolunu.
Sıradan bir gündü o gün üniversitede, öğleden sonra 15:00 gibi bitti o günkü dersleri, vardı henüz iftara daha 2 saat kadar.
Tekrar bindi otobüse evine doğru. Eve gidiyordu ama evinde iftarlığı yoktu orucunu açmak için. "Olsun" dedi kendi kendine ne de olsa bugün şükretme günüydü İbrahim Ethem Hazretlerine göre.
Tam evinin bulunduğu sokağa sapacaktıki mahellesinde, bir afiş ilişti gözüne mahellenin en haşmetli evinin kapısında.
"Kiralanacak diş aranıyor"
Şaşırdı afişe elbette, ne demek istiyordu acaba bu afiş diye onun gibi afişe bakan bir gence sordu. Maalesef gençte bilmiyordu hikmetini bu afişin.
İftara da az kalmıştı aslında.
Haşmetli evin kanatlı kapıları açıldı ardına kadar, içinden yaşlıca, ak sakallı biri çıktı ve buyur etti herkesi eve iftara.
O da girdi merakla bu haşmetli eve, zeytin ve hurma ile açtı iftarını, afiyetle yedi iftar sofrasındaki taamları.
Sonrasında mı ne oldu?
İftardan sonra çıkarken evden ak sakallı kişi bir altın para verdi ona ve dedi ki;
"Bu da dişinin kirası evladım, geldin evime, ortak oldun ikramıma, yoruldu ağzın yemek yerken, eh olsun karşılığı emeğinin"
Aynı şekilde o akşam o evde iftar eden herkese birer altın verdi ak sakallı kişi.
Kim bilir belki de o kişi İbrahim Ethem Hazretleriydi.