Bir arkadaşım bloğumla alakalı şu yorumu yaptı geçenlerde. Yazdığın bir çok başlık biftek ile alakalı. Ne yapayım tabir-i İngilizce "Steak" olunca söz konusu ben de kendimi alamıyorum ve gittiğim yutdışı seyahatlerinde muhakkak bir "Steak House"a uğruyorum.
Yurtdışı seyahatlerimin biri olan Budapeşte seyahatinde bir akşam Peşte yakasında meşhur olarak adlandırılan Pampas adlı "Steak House"a gittim.
"Medium-well" olarak pişirilmiş bonfile her zaman tercihimdir.
Ama öncelikle Pampas'ta sarımsak çorbası ile başladım akşam yemeğine.
Kremasının kıvamı tam olarak ayarlanmış lezzeti ve tadı damağınızda kalacak bir çorba geldi masaya, afiyetle çorbayı içtikten sonra ise bonfilem geldi masaya.
Açlığımında etkisiyle menüdeki 250 gramlık bonfileyi değil 320 gramlığı seçtim hem gözüm hem de midem doysun diye.
Şef bonfileyi gayet güzel kilitlediği için etin suyu içinde kalmıştı.
Eh böyle bir akşam yemeğini güzel bir tatlı ile tamamlamak bu yemeğin farzı olmuştu haliyle.
Sufle masamdaki son lezzetli tat olarak yerini aldı o akşam. Sufleye ise sade dondurma ve frambuaz reçeli eşlik etmişti.
14 Ağustos 2010 Cumartesi
Ah bu biftek sevdam...
Etiketler:
biftek,
Budapeşte,
Pampas,
sarımsak çorbası,
Steak,
Steak House,
sufle
27 Haziran 2010 Pazar
Klikyalılar'ın Künefesi
Uzunca bir zamandır bilgisayarımın başına oturup yeni lezzetli yerler ve lezzetli yemekleri sizinle paylaşamadım.
Gerek işlerin yoğunluğu gerekse iki oğlumun sünnet düğünü ve paralelindeki hazırlıklar derken lezzetliyerler'i ihmal ettiğimi kabul ediyorum.
Yaklaşık iki hafta kadar önce bir öğle saati birkaç arkadaş kendimizi öğle yemeğinin ardından Kilikya'da bulduk.
Malum Kilikya Mersin ve Hatay illerini içine alan zamanının bir Roma eyaletinin adı.
Sahipleri olan iki hanımefendi Ümraniye'de aynı ad ile bir künefeci açmışlar.
Künefeyi bildim bileli sevmişimdir. Hazırlaması, tadını özellikle de şerbetinin kıvamını tutturmak zahmet işidir.
Eğer çok şekerli bir şerbet ise sizi yerken bayar, az şekerli ise canım künefeye yazık olur.
Peynirin seçimi de önemli elbette, tuzsuz iyi mayalanmış bir peynir, kadayıfın içinde pişerken eriyip sonrasında da şerbet ile hemhal olmalı ki künefe, künefe olsun.
Yoksa yediğiniz kadayıf, peynir ve şerbet üçlemesinden öteye gitmez.
Kilikya'daki künefeler öncelikle 4 kişilik bir tepside kızartılıyor ki benim de sevdiğim yöntem budur. Sonrasında da tadı ve kıvamı iyi ayarlanmış şerbeti bu tepsiye dökülüp, 4 parçaya bölünerek servis yapılıyor.
Yolunuz eğer Ümraniye'ye düşerse Netaş'ın ana kapısının karşısında yer alan Kilikya Künefe'cisine muhakkak uğrayın.
Gerek işlerin yoğunluğu gerekse iki oğlumun sünnet düğünü ve paralelindeki hazırlıklar derken lezzetliyerler'i ihmal ettiğimi kabul ediyorum.
Yaklaşık iki hafta kadar önce bir öğle saati birkaç arkadaş kendimizi öğle yemeğinin ardından Kilikya'da bulduk.
Malum Kilikya Mersin ve Hatay illerini içine alan zamanının bir Roma eyaletinin adı.
Sahipleri olan iki hanımefendi Ümraniye'de aynı ad ile bir künefeci açmışlar.
Künefeyi bildim bileli sevmişimdir. Hazırlaması, tadını özellikle de şerbetinin kıvamını tutturmak zahmet işidir.
Eğer çok şekerli bir şerbet ise sizi yerken bayar, az şekerli ise canım künefeye yazık olur.
Peynirin seçimi de önemli elbette, tuzsuz iyi mayalanmış bir peynir, kadayıfın içinde pişerken eriyip sonrasında da şerbet ile hemhal olmalı ki künefe, künefe olsun.
Yoksa yediğiniz kadayıf, peynir ve şerbet üçlemesinden öteye gitmez.
Kilikya'daki künefeler öncelikle 4 kişilik bir tepside kızartılıyor ki benim de sevdiğim yöntem budur. Sonrasında da tadı ve kıvamı iyi ayarlanmış şerbeti bu tepsiye dökülüp, 4 parçaya bölünerek servis yapılıyor.
Yolunuz eğer Ümraniye'ye düşerse Netaş'ın ana kapısının karşısında yer alan Kilikya Künefe'cisine muhakkak uğrayın.
8 Mayıs 2010 Cumartesi
Gönen'de Arjantin
Nisan ayını maalesef lezzetliyerler'e herhangibir yazı ekleyemeden geçirdim. Ama bu demek değil ki lezzetlerden mahrum kaldım.
23 Nisan'ın bu yıl Cuma gününe denk gelmesi sebebiyle 3 günlük kısa bir İstanbul'dan kaçma operasyonuna eşim, iki oğlum, kayınpederim ve kayınvalidem katıldı.
Rotamızı Gönen olarak belirledik bu operasyonda.
Gönen'e yıllar önce bir düğün sebebiyle eşimle ve bedavaya yakın bir maliyetle kaplıca otelde kalmak için üniversitede iken 3 arkadaşımla girmiştim.
O zamandan aklımda kalan Gönen'in peynirleriydi.
Bu seyahatimizin dönüşünde de Gönen peynirini almayı ihmal etmedik, ayrıca bu bölgenin peynir tatlısı olan Höşmerim'de İstanbul'a getirdiğimiz lezzetlerden oldu.
Cumartesi günü havanın da güzel ve güneşli olması ile Gönen'in çarşısını, parkını gezdik.
Parktaki çay bahçesinde yorgunluğumuzu atmak için oturduğumuzda, Gönen'e gitmeden önce internetteki yorumlardan tespit ettiğim Arjantin adlı içeceği sipariş ettim.
Arjantin adlı içecek vişne suyu veya limonatadan yapılıyor. Uzunca bir bardağın yarısından biraz fazlasına vişne suyu, kalan kısmına ise vanilyalı dondurma ekleniyor.
Süslü bir pipet de bu içeği tamamlaması için bardakta yerini alıyor.
23 Nisan'ın bu yıl Cuma gününe denk gelmesi sebebiyle 3 günlük kısa bir İstanbul'dan kaçma operasyonuna eşim, iki oğlum, kayınpederim ve kayınvalidem katıldı.
Rotamızı Gönen olarak belirledik bu operasyonda.
Gönen'e yıllar önce bir düğün sebebiyle eşimle ve bedavaya yakın bir maliyetle kaplıca otelde kalmak için üniversitede iken 3 arkadaşımla girmiştim.
O zamandan aklımda kalan Gönen'in peynirleriydi.
Bu seyahatimizin dönüşünde de Gönen peynirini almayı ihmal etmedik, ayrıca bu bölgenin peynir tatlısı olan Höşmerim'de İstanbul'a getirdiğimiz lezzetlerden oldu.
Cumartesi günü havanın da güzel ve güneşli olması ile Gönen'in çarşısını, parkını gezdik.
Parktaki çay bahçesinde yorgunluğumuzu atmak için oturduğumuzda, Gönen'e gitmeden önce internetteki yorumlardan tespit ettiğim Arjantin adlı içeceği sipariş ettim.
Arjantin adlı içecek vişne suyu veya limonatadan yapılıyor. Uzunca bir bardağın yarısından biraz fazlasına vişne suyu, kalan kısmına ise vanilyalı dondurma ekleniyor.
Süslü bir pipet de bu içeği tamamlaması için bardakta yerini alıyor.
27 Mart 2010 Cumartesi
Pırasayı pek sevmem ama böreğin içinde lezzetli oluyor
Ne kadar lezzetli yapılsa da, zeytinyağı, havucu ve bilimum tencere içi hemtürleri ile birlikte olsa da pırasa yemeğini fazla sevmem.
Fakat eşimle tanıştığım günden beri, önceleri kayınvalidemin yaptığı evlendikten sonra da eşimin yaptığı pırasalı börek favori lezzetlerimin arasında yer almaya devam ediyor.
Nasıl mı yapılıyor pırasalı börek?
Öncelikle pırasaları ince ince kıyıyorsunuz, bunları bir tavada veya tencerede yağ, bir miktar salça, tuz ve karabiber ile iyice kavuruyorsunuz. Bu karışım böreğin içini teşkil ediyor.
Tepsinin alt kısmına birkaç kat yufkayı ıslayarak döşüyorsunuz sonra hazırladığınız pırasalı karışımı ve üstüne de birkaç kat daha yufkayı koyuyorsunuz.
Yufkaların üst kısmına da yumurta sarısı sürüp, fırında kıvamında kızarana kadar pişiriyorusunuz.
Yanında ayran bu lezzetin tamamlayıcısı oluyor.
Maalesef sizinle bu lezzetin fotoğrafını paylaşamıyorum çünkü çektiğim fotoğrafları bu lezzetli böreği yedikten sonra kontrol edince net çekilmediklerini farkettim.
Fakat eşimle tanıştığım günden beri, önceleri kayınvalidemin yaptığı evlendikten sonra da eşimin yaptığı pırasalı börek favori lezzetlerimin arasında yer almaya devam ediyor.
Nasıl mı yapılıyor pırasalı börek?
Öncelikle pırasaları ince ince kıyıyorsunuz, bunları bir tavada veya tencerede yağ, bir miktar salça, tuz ve karabiber ile iyice kavuruyorsunuz. Bu karışım böreğin içini teşkil ediyor.
Tepsinin alt kısmına birkaç kat yufkayı ıslayarak döşüyorsunuz sonra hazırladığınız pırasalı karışımı ve üstüne de birkaç kat daha yufkayı koyuyorsunuz.
Yufkaların üst kısmına da yumurta sarısı sürüp, fırında kıvamında kızarana kadar pişiriyorusunuz.
Yanında ayran bu lezzetin tamamlayıcısı oluyor.
Maalesef sizinle bu lezzetin fotoğrafını paylaşamıyorum çünkü çektiğim fotoğrafları bu lezzetli böreği yedikten sonra kontrol edince net çekilmediklerini farkettim.
Gez dünyayı gör Konya'yı ya da tat Konya mutfağını
Ne demiş atalarımız, "Gez dünyayı gör Konya'yı".
Konya'ya birkaç defa gitme fırsatım oldu ve her seferinde de Konya şehri beni etkiledi. Konya mutfağının da bu etkiye hiç de yadsınmayacak katkısı olduğunu da ayrıca belirtmek isterim.
Aslında Konya ile olan bağım doğduğum günlere kadar gidiyor. Ailemin yaşadığı müstakil 1+2 katlı evin ilk katında Konya Kadınhan'lı kiracımız oturuyordu.
kadim dostlarımdan biri olan Aziz, ben doğmadan 5 ay önce ikinci oğulları olarak doğmuştu.
Hatice teyzenin etli ekmeklerini hala bugün gibi hatırlıyorum.
Sefaköy yolu üzerinde Ovalı ise İstanbul'da Konya lezzetlerini gönül rahatlığı ile deneyebileceğiniz bir restaurant.
Şirketim Yenibosna'da iken sıkça gittiğimiz bir lezzetli yerdi Ovalı.
O günlerde gidip de yazamadığım lezzetleri okumaya buyrun.
Bamya'yı ana yemek olarak tüketmemize rağmen Konya mutfağında çorba olarak yiyebiliyorsunuz, size tavsiyem bamya çorbasını muhakkak limon ile lezzetlendirmeniz olacaktır.
Çorbanın devamında ortaya turşu söylenebilir veya benim her seferinde yaptığım gibi etli sarma ve yoğurt ikilisi masanızda olmalı.
İçecek olarak bol köpüklü hem de bardağın üzerinden taşacak şekilde bol köpüklü ayran tabakların yanında yerini almalı.
Ana yemek olarak Konya mutfağının en bilinen lezzetlerinden biri etli ekmek olmalı bence, hem de 1 metre boyunda olup masanın ortasında uzun uzadıya yer almalı.
Tatlı olarak yine Konya mutfağından lezzetler diyarına katılan kaymaklı saç arası tercih edilmeli.
Ayrıca o gün yemediğim kuzu tandır da Ovalı'da deneyebileceğiniz lezzetler arasında yer alıyor.
Konya'ya birkaç defa gitme fırsatım oldu ve her seferinde de Konya şehri beni etkiledi. Konya mutfağının da bu etkiye hiç de yadsınmayacak katkısı olduğunu da ayrıca belirtmek isterim.
Aslında Konya ile olan bağım doğduğum günlere kadar gidiyor. Ailemin yaşadığı müstakil 1+2 katlı evin ilk katında Konya Kadınhan'lı kiracımız oturuyordu.
kadim dostlarımdan biri olan Aziz, ben doğmadan 5 ay önce ikinci oğulları olarak doğmuştu.
Hatice teyzenin etli ekmeklerini hala bugün gibi hatırlıyorum.
Sefaköy yolu üzerinde Ovalı ise İstanbul'da Konya lezzetlerini gönül rahatlığı ile deneyebileceğiniz bir restaurant.
Şirketim Yenibosna'da iken sıkça gittiğimiz bir lezzetli yerdi Ovalı.
O günlerde gidip de yazamadığım lezzetleri okumaya buyrun.
Bamya'yı ana yemek olarak tüketmemize rağmen Konya mutfağında çorba olarak yiyebiliyorsunuz, size tavsiyem bamya çorbasını muhakkak limon ile lezzetlendirmeniz olacaktır.
Çorbanın devamında ortaya turşu söylenebilir veya benim her seferinde yaptığım gibi etli sarma ve yoğurt ikilisi masanızda olmalı.
İçecek olarak bol köpüklü hem de bardağın üzerinden taşacak şekilde bol köpüklü ayran tabakların yanında yerini almalı.
Ana yemek olarak Konya mutfağının en bilinen lezzetlerinden biri etli ekmek olmalı bence, hem de 1 metre boyunda olup masanın ortasında uzun uzadıya yer almalı.
Tatlı olarak yine Konya mutfağından lezzetler diyarına katılan kaymaklı saç arası tercih edilmeli.
Etiketler:
ayran,
bamya çorbası,
etli ekmek,
etli sarma,
Konya,
konya mutfağı,
Ovalı,
saç arası,
tandır
16 Mart 2010 Salı
Mart ayında Hacı Abdullah
2001 yılıydı, aylardan Mart, günlerden ise çarşambaydı eşimle tanıştığımda. Kurban bayramının üçüncü günü öğle saatlerinde İstiklal Caddesi'nde o zamanlar sadece Megavizyon şu anda ise Teknosa Megavizyon'un önünde buluşmuştuk ilk kez.
Eh ilk buluşmamız olduğu için iyi bir mekanda yemek yemek uygun olacaktı, o gün 2 oğlumun annesi olacak eşim ile birlikte gitmiştik İstiklal Caddesi Ağa Camii sokağındaki Hacı Abdullah'a .
Sadece o gün gitmedik elbette Hacı Abdullah'a, eşime orada evlenme teklif ettim, evlendiğimiz gün nikahtan sonra orada evli olarak ilk yemeğimizi yedik ve bizim için önemli olan yıldönümü günlerinde de gitmeye devam ettik.
Hacı Abdullah'ı 2001'den önce de biliyordum ve fırsat buldukça gidiyordum.
Geçen 7 Mart'ta da eşimle birlikte tanışmamızın dokuzuncu yılının dönümünde gittik tekrar Hacı Abdullah'a.
İçeri girdiğinizde sizi duvarlardaki raflara yerleştirilmiş envai çeşit turşu karşılıyor her zamanki gibi.
İlk günkü masamıza olmasa da girişteki ilk bölümde yer alan masalardan birine geçtik. Zaten ilk günkü masamıza geçemezdik de yanlış hatırlıyor olabilirim ama 2003'te Hacı Abdullah'ta bir yenileme oldu ve iç kısımı büyüterek asma kat çıktılar.
Hergün 100 çeşide yakın yemek bulunuyor menüsünde Hacı Abdullah'ın. Benim favorim ise Elbasan Tava oluyor her zaman.
Etrafında ve üzerinde bezelye tanelerinin yer aldığı beşamel sosun içinde saklı olan kuzu etinin lezzeti gerçekten tatmaya değer.
Başlangıç olarak Et suyu çorba içtim o gün,
Eh ilk buluşmamız olduğu için iyi bir mekanda yemek yemek uygun olacaktı, o gün 2 oğlumun annesi olacak eşim ile birlikte gitmiştik İstiklal Caddesi Ağa Camii sokağındaki Hacı Abdullah'a .
Sadece o gün gitmedik elbette Hacı Abdullah'a, eşime orada evlenme teklif ettim, evlendiğimiz gün nikahtan sonra orada evli olarak ilk yemeğimizi yedik ve bizim için önemli olan yıldönümü günlerinde de gitmeye devam ettik.
Hacı Abdullah'ı 2001'den önce de biliyordum ve fırsat buldukça gidiyordum.
Geçen 7 Mart'ta da eşimle birlikte tanışmamızın dokuzuncu yılının dönümünde gittik tekrar Hacı Abdullah'a.
İçeri girdiğinizde sizi duvarlardaki raflara yerleştirilmiş envai çeşit turşu karşılıyor her zamanki gibi.
İlk günkü masamıza olmasa da girişteki ilk bölümde yer alan masalardan birine geçtik. Zaten ilk günkü masamıza geçemezdik de yanlış hatırlıyor olabilirim ama 2003'te Hacı Abdullah'ta bir yenileme oldu ve iç kısımı büyüterek asma kat çıktılar.
Hergün 100 çeşide yakın yemek bulunuyor menüsünde Hacı Abdullah'ın. Benim favorim ise Elbasan Tava oluyor her zaman.
Etrafında ve üzerinde bezelye tanelerinin yer aldığı beşamel sosun içinde saklı olan kuzu etinin lezzeti gerçekten tatmaya değer.
Başlangıç olarak Et suyu çorba içtim o gün,
Ortaya salata ve turşu söyledik,
Yemeklerimizin yanına eşlik etmesi için de yeni benim vazgeçilmezim Karışık Komposto masamızdaki yerini aldı.
O nasıl bir lezzettir size kelimeler ile anlatmak kolay değil. Şekeri iyi ayarlanmış, elma, ayva parçalarının içinde yüzdüğü, nar tanelerinin muz dilimleri ile yüzeyinde sandal sefası yaptığı kompostonun her kaşığında kaşığınızdaki meyvelerin ağzınızda bıraktığı lezzet ve tat farklı oluyor.
Bu mükellef menüden güzel bir Kaymaklı Ayva Tatlısı'nı mahrum etmek haksızlık olurdu o gün, benim de gönlüm bu haksızlığa izin vermedi ve kapanışı da Kaymaklı Ayva Tatlısı ile yaptık.
Çok yerde ayva tatlısı yemişimdir ama Hacı Abdullah'dakinde lezzetin yanında sunuma da önem verilmiş. İkiye bölünmüş ayva parçalarının ortasındaki boşluk kuru üzümler ile doldurulmuş, hatrı sayılır büyüklükteki kaymak tatlıdaki yerini aldıktan sonra da hepsinin üzerine çekilmiş Antep fıstığı serpilmiş.
Eğer yolunuz İstiklal Caddesi'ne düşer de lezzetli bir yerde lezzetli yemekler yemek isterseniz Hacı Abdullah'a muhakkak uğrayın.
Pahalı bir yer mi diye soruyorsanız, o gün eşimle tüm bu lezzetlere 90 TL ödedik.
7 Mart 2010 Pazar
Hannover
Her yıl olduğu gibi bu yıl da Mart ayının başında Cebit fuarını ziyaret etmek üzere Hannover'e gittik.
Elbette bu lezzetliyerler bloğum için yeni sayfalar olarak size ulaşıyor.
Hannover Almanya'nın fuar şehri olarak her yıl büyük fuarlara ev sahipliği yapıyor ve fuar zamanlarında şehrin 500.000 civarında olan nüfusu artıyor.
Cebit Hannover'e ilk olarak 2002 yılında gitmiştim.
Eski patronum Eyüp Bey bize (kendisi o yıl gelmemişti) muhakkak biftek yemek için Block House restaurantına gitmemizi söylemişti.
O gün bu gündür Cebit için Hannover'e her gittiğimde muhakkak Block House'e giderim, tabii ki fuar ve fuar zamanı rezervasyon yapmamaları sebebiyle en az 15-20 dakika beklemeyı göze alarak.
Sanırım 2 yıl önceydi, şehrin merkezi olarak bilinen Kröpcke'de u-bahn'dan inmek yerine bir durak önce inmiştik Aegidientorplatz adlı durakta.
O zaman ikinci Block House'u keşfetmiştim.
Şehir merkezine biraz daha uzak olmasıyla daha az kalabalık olacağını düşünerek maalesef yanıldığımı bu yıl farkettim.
Masa bulmak için bu Block House'ta da sıra bekleniyordu.
Bizi o akşam yemeğe davet eden iş ortağımız bizden önce giderek masa tutmuştu da sıra beklemeden masamıza geçtik.
Fakat saat 22:00 olmasına rağmen hala bekleyenler vardı.
Block House lezzetli steak yani biftek yapıyor. Kızartma tercihinize göre kanlıdan iyi pişmişe kadar fakat her halde pamuk gibi yumuşak ve sulu biftekler damağınızda harika bir tat bırakıyor.
Ayrıca Hannover'deki bir diğer akşam ise yine biftek yapan Maredo adlı benim de ilk kez gittiğim restauranta da gittik. Maredo da Block House'un ilk restaurantı gibi Kröpcke'de bulunuyor.
Hangisi mi daha iyiydi diye sorarsanız, benim favorim hala Block House.
Eh bu kadar anlattıktan sonra neler mi yedik?
Buyrun önce Block House, sonra Maredo.
Block House'da başlangıç olarak Carpaccio tercih ettim.
Sonrasında benim steak houselardaki vazgeçilmezim olan medium-well (orta-iyi) pişirilmiş fillet.
Tatlı olarak da benim tercihim apfel strudel (elmalı turta) oldu ama masaya servis edilen bir diğer lezzetli tatlı olan Tiramisu'yu da sizinle paylaşıyorum.
Maredo'da ise yemeğe deniz mahsülleri çorbası, Maredo'nun menüsündeki adıyla Ocean Soup ile başladım.
Block House'da olduğu gibi medium-well pişirilmiş fillet.
Ve tatlı olarak da yine Block House'ta olduğu gibi apfel strudel yemeğin kapanışı içim tercihim oldu.
Eğer yolunuz herhangibir sebeple Hannover'e düşer de lezzetli bir yer ararsanız, öncelikle Block House'u sonra da Maredo'yu tercih edebilirsiniz.
Elbette bu lezzetliyerler bloğum için yeni sayfalar olarak size ulaşıyor.
Hannover Almanya'nın fuar şehri olarak her yıl büyük fuarlara ev sahipliği yapıyor ve fuar zamanlarında şehrin 500.000 civarında olan nüfusu artıyor.
Cebit Hannover'e ilk olarak 2002 yılında gitmiştim.
Eski patronum Eyüp Bey bize (kendisi o yıl gelmemişti) muhakkak biftek yemek için Block House restaurantına gitmemizi söylemişti.
O gün bu gündür Cebit için Hannover'e her gittiğimde muhakkak Block House'e giderim, tabii ki fuar ve fuar zamanı rezervasyon yapmamaları sebebiyle en az 15-20 dakika beklemeyı göze alarak.
Sanırım 2 yıl önceydi, şehrin merkezi olarak bilinen Kröpcke'de u-bahn'dan inmek yerine bir durak önce inmiştik Aegidientorplatz adlı durakta.
O zaman ikinci Block House'u keşfetmiştim.
Şehir merkezine biraz daha uzak olmasıyla daha az kalabalık olacağını düşünerek maalesef yanıldığımı bu yıl farkettim.
Masa bulmak için bu Block House'ta da sıra bekleniyordu.
Bizi o akşam yemeğe davet eden iş ortağımız bizden önce giderek masa tutmuştu da sıra beklemeden masamıza geçtik.
Fakat saat 22:00 olmasına rağmen hala bekleyenler vardı.
Block House lezzetli steak yani biftek yapıyor. Kızartma tercihinize göre kanlıdan iyi pişmişe kadar fakat her halde pamuk gibi yumuşak ve sulu biftekler damağınızda harika bir tat bırakıyor.
Ayrıca Hannover'deki bir diğer akşam ise yine biftek yapan Maredo adlı benim de ilk kez gittiğim restauranta da gittik. Maredo da Block House'un ilk restaurantı gibi Kröpcke'de bulunuyor.
Hangisi mi daha iyiydi diye sorarsanız, benim favorim hala Block House.
Eh bu kadar anlattıktan sonra neler mi yedik?
Buyrun önce Block House, sonra Maredo.
Block House'da başlangıç olarak Carpaccio tercih ettim.
Sonrasında benim steak houselardaki vazgeçilmezim olan medium-well (orta-iyi) pişirilmiş fillet.
Tatlı olarak da benim tercihim apfel strudel (elmalı turta) oldu ama masaya servis edilen bir diğer lezzetli tatlı olan Tiramisu'yu da sizinle paylaşıyorum.
Maredo'da ise yemeğe deniz mahsülleri çorbası, Maredo'nun menüsündeki adıyla Ocean Soup ile başladım.
Block House'da olduğu gibi medium-well pişirilmiş fillet.
Ve tatlı olarak da yine Block House'ta olduğu gibi apfel strudel yemeğin kapanışı içim tercihim oldu.
Eğer yolunuz herhangibir sebeple Hannover'e düşer de lezzetli bir yer ararsanız, öncelikle Block House'u sonra da Maredo'yu tercih edebilirsiniz.
Etiketler:
biftek,
Block House,
Maredo,
Steak,
Steak House
24 Şubat 2010 Çarşamba
Nar
6 yıldır çalışmakta olduğum firma 4. kez ofisi yerini değiştirdi. İlk Mecidiyeköyde'ydik, ardından bir yıl Seyrantepe'de çalıştık sonra Yenibosna'ya gittik ve son olarak kıta değiştirerek Dudullu'ya taşındık.
Henüz ilk haftası benim için bu yeni iş mekanının. Etrafta lezzetli yerler araştırmasına başlamadım fakat dün öğle yemeğinde "Nar" adlı bir restauranta gittik.
Yeni ofisimize birkaç kilometre mesafede, Ağaoğlu Eltes Güneşi sitesinin yanında bulunuyor Nar.
Dekorasyonu sade ve özenli yapılmış bir mekan sizi karşılıyor içeri girdiğinizde.
Yöresel lezzetleri bulabileceğiniz gibi makarna ve salata çeşitlerini de ana yemek olarak tercih edebileceğiniz zengin bir menüye sahip.
Her menünün vazgeçilmezi olan çorba ile başladım yemeğe, günün çorbası olarak zengin baharatlı Ezogelin Çorbayı afiyetle içtim.
Benim Nar'daki tercihim menünüde de çorbadan sonra ilk sırada yer alan Çökertme Kebabı oldu.
Üç farklı et seçeneği ile sunuyorlar Çökertme'yi. İnce kesilmiş biftek, tavuk veya köfte.
Köfteli çökertme daha önce yemediğim için köfteliyi seçtim.
Her ne kadar kebap ailesinin bir üyesi olsa da çökertme kebabı hafif bir yemek ve gayet lezzetli.
Nar ne pahalı ne de ucuz bir restaurant, bence tercih edilebilir.
Nar'ı da lezzetli yerler listeme ekleyerek yeni yerleri denemeye devam edeceğim.
Henüz ilk haftası benim için bu yeni iş mekanının. Etrafta lezzetli yerler araştırmasına başlamadım fakat dün öğle yemeğinde "Nar" adlı bir restauranta gittik.
Yeni ofisimize birkaç kilometre mesafede, Ağaoğlu Eltes Güneşi sitesinin yanında bulunuyor Nar.
Dekorasyonu sade ve özenli yapılmış bir mekan sizi karşılıyor içeri girdiğinizde.
Yöresel lezzetleri bulabileceğiniz gibi makarna ve salata çeşitlerini de ana yemek olarak tercih edebileceğiniz zengin bir menüye sahip.
Her menünün vazgeçilmezi olan çorba ile başladım yemeğe, günün çorbası olarak zengin baharatlı Ezogelin Çorbayı afiyetle içtim.
Benim Nar'daki tercihim menünüde de çorbadan sonra ilk sırada yer alan Çökertme Kebabı oldu.
Üç farklı et seçeneği ile sunuyorlar Çökertme'yi. İnce kesilmiş biftek, tavuk veya köfte.
Köfteli çökertme daha önce yemediğim için köfteliyi seçtim.
Her ne kadar kebap ailesinin bir üyesi olsa da çökertme kebabı hafif bir yemek ve gayet lezzetli.
Nar ne pahalı ne de ucuz bir restaurant, bence tercih edilebilir.
Nar'ı da lezzetli yerler listeme ekleyerek yeni yerleri denemeye devam edeceğim.
Etiketler:
çökertme kebabı,
ezogelin çorba,
Nar restaurant
20 Şubat 2010 Cumartesi
Boğaziçi'de tencere yemekleri
Yıl 2001'di yanlış hatırlamıyorsam. O zaman çalıştığım şirket olan Geometri AŞ'nin sahibi ve eski patronum Eyüp Bey ile Ankara'daydık bir iş sebebiyle.
Gün içindeki toplantılarımızı bitirmiş, otele gidip istirahata çekilmeden önce güzel bir akşam yemeğine karar vermiştik.
Eyüp bey'in bildiği ve Ankara'ya geldiği zaman mutlaka uğrayıp yemek yediği bir ev yemekleri lokantasına gitmek üzere bir taksiye bindik. Bu lokanta Çankaya'daydı.
Taksi şoförüne gitmek istediğimiz yeri anlatmaya çalışırken bize demişti ki;
"Ben sizi Ulus'ta bir lokantaya götüreyim, oradaki yemekleri yedikten sonra bana teşekkür edeceksiniz."
Evet, Ankara'daki Boğaziçi Lokantısı ile tanışmam böyle olmuştu.
Ulus'ta Denizciler Caddesi ile Anafartalar Caddesi'nin kesiştiği köşede bulunuyor Boğaziçi Lokantası.
Dün de Ankara'daydım yine bir iş sebebiyle. Öğle yemeği için hazır fırsat bu diyerek Boğaziçi Lokantası'na gittik Ankara ekibimizden Ünal abi ve Mustafa ile.
Küçük bir lokanta, 54 yıldır hizmet veriyor aynı yerinde ve içeri girdiğinizde lokanta kurucusu Mehmet Bey'in oğlu ve şu anda işletmeciğini yapan İbrahim Bey karşılıyor sizi nazikçe.
Öğle saati olması sebebiyle tüm masalar doluydu ve 10 dakika kadar beklemek zorunda kaldık boş bir masa bulabilmek için ama olsun değecekti sonunda ve değdi de beklediğimize.
Boğaziçi'nin en meşhur yemeği bulunduğu şehir itibariyle Ankara Tava, fakat dün bizim gittiğimiz saatte kalmamıştı.
Biz de mutfak kısmını gördüğümüz camekanın arkasından lezzetlerimizi seçerek masamıza geçtik.
Neler mi diye soruyorsunuz?
Kuzu etini sevenler kadar sevmeyenler de çoktur, ben sevenler arasında yer alıyorum, lezzet tercihlerimizin tümü kuzu etli yemekler oldu.
Ben kuzu etli İslim Kebabı seçtim.
Ünal abi kuzu kapama,
Mustafa ise kuzu yahni seçti.
Tatlı olarak fındıklı fırın sütlaç,
ve kaymaklı ekmek kadayıfını afiyetle yedik.
Yemek üzerine yudumladığımız demli çaylar eşliğinde sohbet ettik.
Hesap ne kadar tuttu diye sorarsanız söyleyeyim, tüm bu yediğimiz gerçekten lezzetli diyeceğim tatlara 65 TL ödedik, yani Ünal abi ödedi sağolsun.
Gün içindeki toplantılarımızı bitirmiş, otele gidip istirahata çekilmeden önce güzel bir akşam yemeğine karar vermiştik.
Eyüp bey'in bildiği ve Ankara'ya geldiği zaman mutlaka uğrayıp yemek yediği bir ev yemekleri lokantasına gitmek üzere bir taksiye bindik. Bu lokanta Çankaya'daydı.
Taksi şoförüne gitmek istediğimiz yeri anlatmaya çalışırken bize demişti ki;
"Ben sizi Ulus'ta bir lokantaya götüreyim, oradaki yemekleri yedikten sonra bana teşekkür edeceksiniz."
Evet, Ankara'daki Boğaziçi Lokantısı ile tanışmam böyle olmuştu.
Ulus'ta Denizciler Caddesi ile Anafartalar Caddesi'nin kesiştiği köşede bulunuyor Boğaziçi Lokantası.
Dün de Ankara'daydım yine bir iş sebebiyle. Öğle yemeği için hazır fırsat bu diyerek Boğaziçi Lokantası'na gittik Ankara ekibimizden Ünal abi ve Mustafa ile.
Küçük bir lokanta, 54 yıldır hizmet veriyor aynı yerinde ve içeri girdiğinizde lokanta kurucusu Mehmet Bey'in oğlu ve şu anda işletmeciğini yapan İbrahim Bey karşılıyor sizi nazikçe.
Öğle saati olması sebebiyle tüm masalar doluydu ve 10 dakika kadar beklemek zorunda kaldık boş bir masa bulabilmek için ama olsun değecekti sonunda ve değdi de beklediğimize.
Boğaziçi'nin en meşhur yemeği bulunduğu şehir itibariyle Ankara Tava, fakat dün bizim gittiğimiz saatte kalmamıştı.
Biz de mutfak kısmını gördüğümüz camekanın arkasından lezzetlerimizi seçerek masamıza geçtik.
Neler mi diye soruyorsunuz?
Kuzu etini sevenler kadar sevmeyenler de çoktur, ben sevenler arasında yer alıyorum, lezzet tercihlerimizin tümü kuzu etli yemekler oldu.
Ben kuzu etli İslim Kebabı seçtim.
Ünal abi kuzu kapama,
Mustafa ise kuzu yahni seçti.
Tatlı olarak fındıklı fırın sütlaç,
ve kaymaklı ekmek kadayıfını afiyetle yedik.
Yemek üzerine yudumladığımız demli çaylar eşliğinde sohbet ettik.
Hesap ne kadar tuttu diye sorarsanız söyleyeyim, tüm bu yediğimiz gerçekten lezzetli diyeceğim tatlara 65 TL ödedik, yani Ünal abi ödedi sağolsun.
Etiketler:
Ankara tava,
Boğaziçi lokantası,
ekmek kadayıfı,
fırın sütlaç,
islim kebabı,
kuzu kapama,
yahni
16 Şubat 2010 Salı
Mostar Köftecisi
Yenibosna'daki Mostar Köftecisi'ne sık olmasa da fırsat çıkınca muhakkak gidiyoruz iş arkadaşlarımla.
Geçenlerde de gittik yine.
İçeriği girdiğinizde isminden gelen Mostar Köprüsü'nün fotoğrafları ve duvarlardaki Rumeli Türkülerinin sözleri karşılıyor öncelikle.
Masaların dizilişi rahat ve ferah bir olduğu için rahatsız etmiyor sizi.
Öğle vakti gittiğinizde ve de kalabalık bir güne rastladıysanız servis için biraz bekliyorsunuz ama deyiyor sonunda gelen lezzetleri afiyetle tadınca.
Çorba olarak mercimek çorbası benim Mostar Köftecisi'ndeki vazgeçilmez başlangıcım oluyor her zaman.
Kıvamı, lezzeti tam yerli yerinde, ne fazla sulu ne fazla koyu, yağı da tuzu da tam ölçüsünde.
Çok da farklı değil Adapazarı'nın Islama Köftesi'nden buradaki Mostar Köftesi. Sunumu gerçekten göze de hitap ediyor. Buyrun fotoğrafı, katılmamamız elde değil.
Köftelerin altındaki pideler çok ıslatılmamış sosla, yumuşakça biraz sadece. Bir kaşık yoğurt güzelce eşlik ediyor köftelerin yanına, bir parça acı salça, iki dilim domates, birkaç sivri biber turşusu tamamlıyor tabağı.
Süsleme içinde kırmızı toz biber ve ince kıyılmış maydanoz renk cümbüşüne katkı sağlıyor tabakta.
Eh bu kadar süslü ve lezzet dolu bir tabağı mideye indirmek de pek uzun sürmüyor elbette.
Geçenlerde de gittik yine.
İçeriği girdiğinizde isminden gelen Mostar Köprüsü'nün fotoğrafları ve duvarlardaki Rumeli Türkülerinin sözleri karşılıyor öncelikle.
Masaların dizilişi rahat ve ferah bir olduğu için rahatsız etmiyor sizi.
Öğle vakti gittiğinizde ve de kalabalık bir güne rastladıysanız servis için biraz bekliyorsunuz ama deyiyor sonunda gelen lezzetleri afiyetle tadınca.
Çorba olarak mercimek çorbası benim Mostar Köftecisi'ndeki vazgeçilmez başlangıcım oluyor her zaman.
Kıvamı, lezzeti tam yerli yerinde, ne fazla sulu ne fazla koyu, yağı da tuzu da tam ölçüsünde.
Çok da farklı değil Adapazarı'nın Islama Köftesi'nden buradaki Mostar Köftesi. Sunumu gerçekten göze de hitap ediyor. Buyrun fotoğrafı, katılmamamız elde değil.
Köftelerin altındaki pideler çok ıslatılmamış sosla, yumuşakça biraz sadece. Bir kaşık yoğurt güzelce eşlik ediyor köftelerin yanına, bir parça acı salça, iki dilim domates, birkaç sivri biber turşusu tamamlıyor tabağı.
Süsleme içinde kırmızı toz biber ve ince kıyılmış maydanoz renk cümbüşüne katkı sağlıyor tabakta.
Eh bu kadar süslü ve lezzet dolu bir tabağı mideye indirmek de pek uzun sürmüyor elbette.
Tatlı olarak da köftenin ardına irmik yakışır, hem de dondurmalı irmik ki kaşığı irmiğe daldırdığınızda, sıcağından irmiğin erimeye başlamış sade dondurma da kaşıkta yerini almalı ki, bu tat sizi sizden alsın.
Pahalı bir yer değil Yenibosna'daki Mostar Köftecisi, yolunuz düşerse muhakkak bir yemek vaktinizi bu lezzetli yerde geçirmenizi tavsiye ederim.
Etiketler:
dondurmalı irmik helvası,
köfte,
mercimek çorbası,
Mostar köftecisi
Kış, Kar ve Salep
Oğlum bu sene ilkokula başladı, haliyle ben ve eşimde yeniden okuma ve yazmayı öğrendik ilk semestre.
Neymiş efendim o LE değilmiş, LLLLLmış. Harf demeyecekmişiz ona sesmiş aslında o derken ilk semestre bitirdi Burak karnesinde tüm notları pekiyi olarak.
Semestre tatilinin başlayacağı Cuma gününe birkaç gün kala meteoroloji uyarmaya başladı kar geliyor İstanbul'a diye ve geldi de kar gerçekten cumanın ertesi cumartesi ve bembeyaz başladı bizim Burak'ın yarıyıl tatili.
O gün öğleden sonra çıktık sokağa ve evimizin yakınındaki boş arazide kartopu oynadık, kardan adam yaptık.
Akşam olunca da eşimle birlikte Eyüp meydanına indik, beyazlığına şahit olmak için meydanın.
Hava soğuktu elbette hem de eksi derecede, üşümüştük yürürken meydanda ve attık kendimizi Eyüp meydanındaki Mado'dan içeriye.
Kış aylarının vazgeçilmez içeceği, insanın soğuk günlerde için ısıtan salep söyledik iki bardak.
Mado salepin sunumuna da kendi tarzını katmış.
Uzunca bir bardakta servis ediliyor öncelikle, bardağın alt kısmına hatrı sayılır miktarda antep fıstığı üzerine bardağı dolduracak kadar salep ve üzerine tekrar antep fıstığı konuluyor.
İsterseniz diye tarçında bardağa eşlik ediyor.
O soğuk ve karlı cumartesi akşamında büyükçe bir yudum alıp ağzınıza yuttuğunuzda, salepin sıcaklığını tamamen hissediyorsunuz, fıstıkla birlikte ağzınızda kalan lezzet de cabası.
Neymiş efendim o LE değilmiş, LLLLLmış. Harf demeyecekmişiz ona sesmiş aslında o derken ilk semestre bitirdi Burak karnesinde tüm notları pekiyi olarak.
Semestre tatilinin başlayacağı Cuma gününe birkaç gün kala meteoroloji uyarmaya başladı kar geliyor İstanbul'a diye ve geldi de kar gerçekten cumanın ertesi cumartesi ve bembeyaz başladı bizim Burak'ın yarıyıl tatili.
O gün öğleden sonra çıktık sokağa ve evimizin yakınındaki boş arazide kartopu oynadık, kardan adam yaptık.
Akşam olunca da eşimle birlikte Eyüp meydanına indik, beyazlığına şahit olmak için meydanın.
Hava soğuktu elbette hem de eksi derecede, üşümüştük yürürken meydanda ve attık kendimizi Eyüp meydanındaki Mado'dan içeriye.
Kış aylarının vazgeçilmez içeceği, insanın soğuk günlerde için ısıtan salep söyledik iki bardak.
Mado salepin sunumuna da kendi tarzını katmış.
Uzunca bir bardakta servis ediliyor öncelikle, bardağın alt kısmına hatrı sayılır miktarda antep fıstığı üzerine bardağı dolduracak kadar salep ve üzerine tekrar antep fıstığı konuluyor.
İsterseniz diye tarçında bardağa eşlik ediyor.
O soğuk ve karlı cumartesi akşamında büyükçe bir yudum alıp ağzınıza yuttuğunuzda, salepin sıcaklığını tamamen hissediyorsunuz, fıstıkla birlikte ağzınızda kalan lezzet de cabası.
Kiralanacak diş aranıyor
Buyrun size bu sefer de bir kısa hikaye, yazmayalı çok olmuştu aslında böyle hikayeler.
Ortaokul ve lise yıllarımda okulumuzun çıkardığı bir edebiyat dergisi vardı "Seher" adında, birkaç hikaye o dergi için, birkaç tane de kendim için yazmıştım.
Hatta ilk gençlik yıllarının hevesiyle bir de roman yazmaya başlamış ancak 30 sayfa kadar yazabilmiştim.
Neyse dönelim asıl konumuza, kıssa'dan hisse için kısa hikaye.
Kiralanacak diş aranıyor
Takvimler aylardan aralık ayını hem de bir ramazan aralığını, yıllardan ise herhangibir yılı gösteriyordu, önemi de yoktu aslında. Zaman ve mekan bağımsız bir ülkede yaşıyordu o.
Sabah uyandı, soğuktu evi, ne yakacak bir odunu vardı eski sobasında ne de cebinde ödeyecek para vardı doğalgaz faturası için.
İbrahim Ethem Hazretlerini hatırladı.
Bıraktığında tüm mal varlığını ve olmak için düştüğünde yollara İbrahim Ethem, karşılaşmış bir derviş ile.
Sormuş dervişe nasıl yaşadığını, derviş;
-Biz bulursak şükrederiz, bulamazsak sabrederiz. demiş
Bu laf üzerinde İbrahim Ethem de demiş ki.
-Bunu Belh'in kelbleri de yapıyor.
Derviş bozulmuş bu lafa ve o sormuş bu sefer de İbrahim Ethem'e nasıl yaşağıdını.
İbrahim Ethem;
-Biz ise bulursak dağıtırız, bulamazsak şükrederiz.
Bugün de şükretme günü dedi kendi kendine. Sahurda bir lokma yemiş ve niyet etmiş, şimdi de üstüne hırkasını geçirip dışarı çıkmaya hazırlanmıştı.
Kilitledi evinin kapısını ve çıktı sokağa.
Okuyordu üniversitede, üçüncü yılıydı ve bitirince mühendis olacaktı.
Cebindeki aylık akbil ile bindi otobüse ve tuttu kampüsün yolunu.
Sıradan bir gündü o gün üniversitede, öğleden sonra 15:00 gibi bitti o günkü dersleri, vardı henüz iftara daha 2 saat kadar.
Tekrar bindi otobüse evine doğru. Eve gidiyordu ama evinde iftarlığı yoktu orucunu açmak için. "Olsun" dedi kendi kendine ne de olsa bugün şükretme günüydü İbrahim Ethem Hazretlerine göre.
Tam evinin bulunduğu sokağa sapacaktıki mahellesinde, bir afiş ilişti gözüne mahellenin en haşmetli evinin kapısında.
"Kiralanacak diş aranıyor"
Şaşırdı afişe elbette, ne demek istiyordu acaba bu afiş diye onun gibi afişe bakan bir gence sordu. Maalesef gençte bilmiyordu hikmetini bu afişin.
İftara da az kalmıştı aslında.
Haşmetli evin kanatlı kapıları açıldı ardına kadar, içinden yaşlıca, ak sakallı biri çıktı ve buyur etti herkesi eve iftara.
O da girdi merakla bu haşmetli eve, zeytin ve hurma ile açtı iftarını, afiyetle yedi iftar sofrasındaki taamları.
Sonrasında mı ne oldu?
İftardan sonra çıkarken evden ak sakallı kişi bir altın para verdi ona ve dedi ki;
"Bu da dişinin kirası evladım, geldin evime, ortak oldun ikramıma, yoruldu ağzın yemek yerken, eh olsun karşılığı emeğinin"
Aynı şekilde o akşam o evde iftar eden herkese birer altın verdi ak sakallı kişi.
Kim bilir belki de o kişi İbrahim Ethem Hazretleriydi.
Ortaokul ve lise yıllarımda okulumuzun çıkardığı bir edebiyat dergisi vardı "Seher" adında, birkaç hikaye o dergi için, birkaç tane de kendim için yazmıştım.
Hatta ilk gençlik yıllarının hevesiyle bir de roman yazmaya başlamış ancak 30 sayfa kadar yazabilmiştim.
Neyse dönelim asıl konumuza, kıssa'dan hisse için kısa hikaye.
Kiralanacak diş aranıyor
Takvimler aylardan aralık ayını hem de bir ramazan aralığını, yıllardan ise herhangibir yılı gösteriyordu, önemi de yoktu aslında. Zaman ve mekan bağımsız bir ülkede yaşıyordu o.
Sabah uyandı, soğuktu evi, ne yakacak bir odunu vardı eski sobasında ne de cebinde ödeyecek para vardı doğalgaz faturası için.
İbrahim Ethem Hazretlerini hatırladı.
Bıraktığında tüm mal varlığını ve olmak için düştüğünde yollara İbrahim Ethem, karşılaşmış bir derviş ile.
Sormuş dervişe nasıl yaşadığını, derviş;
-Biz bulursak şükrederiz, bulamazsak sabrederiz. demiş
Bu laf üzerinde İbrahim Ethem de demiş ki.
-Bunu Belh'in kelbleri de yapıyor.
Derviş bozulmuş bu lafa ve o sormuş bu sefer de İbrahim Ethem'e nasıl yaşağıdını.
İbrahim Ethem;
-Biz ise bulursak dağıtırız, bulamazsak şükrederiz.
Bugün de şükretme günü dedi kendi kendine. Sahurda bir lokma yemiş ve niyet etmiş, şimdi de üstüne hırkasını geçirip dışarı çıkmaya hazırlanmıştı.
Kilitledi evinin kapısını ve çıktı sokağa.
Okuyordu üniversitede, üçüncü yılıydı ve bitirince mühendis olacaktı.
Cebindeki aylık akbil ile bindi otobüse ve tuttu kampüsün yolunu.
Sıradan bir gündü o gün üniversitede, öğleden sonra 15:00 gibi bitti o günkü dersleri, vardı henüz iftara daha 2 saat kadar.
Tekrar bindi otobüse evine doğru. Eve gidiyordu ama evinde iftarlığı yoktu orucunu açmak için. "Olsun" dedi kendi kendine ne de olsa bugün şükretme günüydü İbrahim Ethem Hazretlerine göre.
Tam evinin bulunduğu sokağa sapacaktıki mahellesinde, bir afiş ilişti gözüne mahellenin en haşmetli evinin kapısında.
"Kiralanacak diş aranıyor"
Şaşırdı afişe elbette, ne demek istiyordu acaba bu afiş diye onun gibi afişe bakan bir gence sordu. Maalesef gençte bilmiyordu hikmetini bu afişin.
İftara da az kalmıştı aslında.
Haşmetli evin kanatlı kapıları açıldı ardına kadar, içinden yaşlıca, ak sakallı biri çıktı ve buyur etti herkesi eve iftara.
O da girdi merakla bu haşmetli eve, zeytin ve hurma ile açtı iftarını, afiyetle yedi iftar sofrasındaki taamları.
Sonrasında mı ne oldu?
İftardan sonra çıkarken evden ak sakallı kişi bir altın para verdi ona ve dedi ki;
"Bu da dişinin kirası evladım, geldin evime, ortak oldun ikramıma, yoruldu ağzın yemek yerken, eh olsun karşılığı emeğinin"
Aynı şekilde o akşam o evde iftar eden herkese birer altın verdi ak sakallı kişi.
Kim bilir belki de o kişi İbrahim Ethem Hazretleriydi.
25 Ocak 2010 Pazartesi
Bir kurufasülye bu kadar mı tatlı ve lezzetli olur? Çamlıca'da Çömlek
"Günaydın Etiler" yazımda da bahsettiğim gibi geçen hafta şirket dışı toplantıların yoğun olduğu bir haftaydı.
Perşembe günü çalıştığım şirketin bağlı olduğu holdingin Çamlıca'daki merkezinde, uzak doğudan gelen Taiwan'lı bir firma ile Türkiye Yatırım Ajans'ı Invest'in ayarladağı bir toplantı yaptık.
Toplantı saat 11:00'de başladı ve 1 saat sürmesi beklenirken yaklaşık 2 saate yakın bir süre ile 13:00'e doğru bitti. Toplantıya beraber katıldığım Nihat abi ile öğle yemeğinde ne yiyelim diye düşünürken, Nihat abi "gel sana kurufasülye ısmarlayayım." dedi.
Elbette böyle cazip bir teklife hayır diyemezdim.
Çamlıca'da Çömlek'e gittik. Öğle saati olduğu için kalabalık oldukça fazlaydı.
Karadeniz usülü kurufasülyesi ile meşhur bir lezzetli yer Çömlek. Biz de birer porsiyon kurufasülye sipariş ettik.
Kurufasülyenin ayrılmaz bir ahbabı olan pilavı da ekledik siparişe, benim tercihim yoğurt, Nihat abinin ise cacık oldu tercihi bu lezzetlerin yanına.
Kurufasülye suyu az, yoğun kıvamlı ve hafif tatlıcaydı ve bir kaşık kurufasülyenin damağınızda bıraktığı tat ise gerçekten kelimeler ile kolayca anlatılamayacak boyuttaydı. Pilav tane tane ve lapa olmadan pişirilmiş, yoğurt ise iyi mayalanmış ve kaşığı tam tamına dolduruyordu.
Kuru, pilav ve yoğurdu afiyetle yedikten sonra tatlı olarak da Laz Böreği söyledim.
Üzeri bol fındıklı geldi laz böreği, bu lezzeti de afiyetle yedikten sonra çaylarımızı yudumladık ve bu lezzetli yeri de yazılacaklar listesine ekleyerek Çömlek'ten ayrıldık.
Karadeniz usülü kurufasülyesi ile meşhur bir lezzetli yer Çömlek. Biz de birer porsiyon kurufasülye sipariş ettik.
Kurufasülyenin ayrılmaz bir ahbabı olan pilavı da ekledik siparişe, benim tercihim yoğurt, Nihat abinin ise cacık oldu tercihi bu lezzetlerin yanına.
Kurufasülye suyu az, yoğun kıvamlı ve hafif tatlıcaydı ve bir kaşık kurufasülyenin damağınızda bıraktığı tat ise gerçekten kelimeler ile kolayca anlatılamayacak boyuttaydı. Pilav tane tane ve lapa olmadan pişirilmiş, yoğurt ise iyi mayalanmış ve kaşığı tam tamına dolduruyordu.
Kuru, pilav ve yoğurdu afiyetle yedikten sonra tatlı olarak da Laz Böreği söyledim.
Üzeri bol fındıklı geldi laz böreği, bu lezzeti de afiyetle yedikten sonra çaylarımızı yudumladık ve bu lezzetli yeri de yazılacaklar listesine ekleyerek Çömlek'ten ayrıldık.
Etiketler:
çömlek,
kurufasülye,
laz böreği,
pilav,
yoğurt
24 Ocak 2010 Pazar
Günaydın Etiler
Geçen hafta yoğun bir toplantı takvimim vardı, bu toplantıların en sevdiğim yanı ise şirket dışında olmasıydı.
Salı günü (19 Ocak 2010) iş ortaklarımızdan olan Intel ile aylık pekakende pazarı değerlendirme toplantısını yaptık. Hem şirketimizden hem de Intel Türkiye ekibinden kalabalık bir grup ile pazardaki son durumu, rekabeti ve alacağımız aksiyonları değerlendirdik.
Toplantı sabahın ilk saatlerinde başladı ve öğlene kadar devam etti. Toplantı esnasında kahvaltı niyetine atıştırmak için Komşu Fırın'ın eşsiz lezzetleri diye gönül rahatlığı ile tabir edebileceğim kurabiyeleri, poğaçaları ve küçük pizzaları bize eşlik etti.
Tabii ki toplantının henüz yarısına gelmeden bu eşsiz lezzetler midelerimizdeki yerlerini almışlardı.
Bu yazımda Komşu Fırın'dan bahsetmeyeceğim. Çünkü oradaki lezzetleri ayrıntılı bir şekilde anlatmak için özellikle oraya gidip detayları kaleme alacağım.
Toplantımız saat 12 sularında bitmiş ve birçok konuyu sonuçlandırmıştık. Toplantı ekibinin bir kısmı ajandalarındaki başka toplantılara gitmek için ayrıldılar. Benimde içinde bulunduğum diğer kısım ise toplantı sonrası sohbetimize öğle yemeğinde devam etmeye karar verdik. Yemek için Intel'deki temsilcimiz Gürkan, Günaydın Kebap Restaurant'ı önerdi ve biz de itiraz etmeden memnuniyetle kabul ettik.
Her ne kadar az yemeğe karar versek de o gün masadan fazlasıyla doyarak kalktık.
Neler mi yedik o gün?
Öncelikle başlangış olarak her kebap restaurantının klasiği tulum peyniri, tereyağı ve sıcak lavaş (fakat öyle balon gibi şişen büyük olanlarından değil, küçük ve mütevazi boyutlarda olan) geldi masaya. Turşu eşlik etti onların yanına.
Salata olarak da gavurdağı seçtik ortaya. Fındık lahmacun ise başlangıç olarak tabaklarımızda yerini çoktan almıştı bile biz sohbet ederken.
Ana yemek olarak tek bir lezzet seçmedik.
Sırasıyla;
Döner,
Kuzu çöp şiş,
ve Adana Kebap,
geldi masaya ve biz de afiyetle yedik.
Aslında tatlı için midelerimizde yer kalmasa da tatlıyı eksik etmedik o gün tabadığımızdan ama ben maalesef tatlının fotoğrafını çekmeyi eksik ettim.
Bol kaymaklı katmer ve akabinde tam kıvamında demlenmiş çay ile hem yemeği hem de sohbeti bitirerek ayrıldık.
Ana yemek olarak tek bir lezzet seçmedik.
Sırasıyla;
Döner,
Kuzu çöp şiş,
ve Adana Kebap,
geldi masaya ve biz de afiyetle yedik.
Aslında tatlı için midelerimizde yer kalmasa da tatlıyı eksik etmedik o gün tabadığımızdan ama ben maalesef tatlının fotoğrafını çekmeyi eksik ettim.
Bol kaymaklı katmer ve akabinde tam kıvamında demlenmiş çay ile hem yemeği hem de sohbeti bitirerek ayrıldık.
Etiketler:
adana kebap,
çöp şiş,
döner,
gavurdağı,
günaydın kebap,
katmer,
komşu fırın
Evde biftek, hem de arkadaşın evinde
Yaklaşık 1,5 yıl kadar önce şirketimize yeni gelen satış ve pazarlamadan sorumlu genel müdür yardımcısı nam-ı diğer satış ve pazarlama koordinatörü ile tanışma toplantısını Muftak Sanarları Akademisinde (MSA) yapmıştık.
O gün İtalyan mutfağından fesleğenli kum midyesi eşliğinde lingunie, Floransa usulü biftek ve creme di espresso lezzetlerinin nasıl yapıldığını öğrenmiştik ve özellikle biftek benim tekrarlayarak evimde de yaptığım ve afiyetle yediğimiz bir lezzet oldu.
Bu blogu arkadaşlarım arasında paylaşırken kadim dostlarımdan İbrahim Erden bizi evine davet ederek, blogum için yazacağım bir lezzeti de beraber yapmayı teklif etti. Yaptığımız lezzet biftek oldu.
Bu lezzetli bifteki İbrahim ve eşi Zeynep daha önce evimin mutfağında afiyetle yemişlerdi.
Hafta içi yoğun bir şekilde iş ile iştigal eden kişiler olduğumuz için cumartesi akşamını biftek keyfine ayırdık.
İbrahim sağolsun verdiğim listedeki tüm malzemeleri eksiksiz olarak almış, biftekleri bir gün öncesinden zeytinyağı, soğan ve kekikle marine etmişti. Et tercihi antrikot olmuştu İbrahim'in.
Biftek yapmanın püf noktasının kilitleme tabir edilen eti tavada yüksek ateşte her iki tarafını da iyice kızartarak suyunu içinde hapis etme olduğunu öğrenmiştim MSA'da.
Kremalı mantar sosu ete güzel bir lezzet katacağından önce sosu hazırlamak ile başladık. Mantarların kabuklarını soyma işini ise eşlerimize verdik.
Mantarları soyduktan ve iyice yıkadıktan sonra birkaç parçaya bölüp blender kabına 1 kutu (sanırım 200 ml) krema ile birlikte koyup blender ile iyice karıştırın. Daha sonra varsa sos tavasına yoksa derin bir tavaya koyarak ısıtmaya başlayın ve sos koyulaşana kadar ısıtmaya devam edin.
Sos ısınırken istediğiniz kadar tuz ilave edebilirsiniz. Fakat ben tuz ilave etmek yerine yarım kalıp etsuyu koyuyorum.
Biftek'in yanına garnitür olarak ise farklı alternatifler deneyebilirsiniz. Pilav, biftek ile iyi bir ikili oluşturur. Süt ve tereyağı ile hazırlanmış patetes püresi de hiç fena olmaz.
Benim tercihim ise genelde sebze sote oluyor. O akşam İbrahim'lerde de sebze sote yaptık bifteğin yanına. Sebze sotenin nasıl yapıldığını yazmayacağım ve nasıl yapıldığının detaylarını bloğumdaki daha önce yazdığım başlıkta bulabilirsiniz.
Evet şimdi gelelim asıl lezzete. Biftek.
Öncelikle iyi biftek almalısınız. Eğer mahalle kasabınız varsa kasaptan eğer yok ise etlerinin tazeliğine ve lezzetine emin olduğunuz bir marketten kişi başı 200-250 gramlık parça et alarak başlayın.
Ama sakın eti dövdürmeyin, özellikle kasaplar eti dövmeyi ve inceltmeyi çok seviyorlar. Eyüp'te devamlı alışveriş yaptığım kasabı eti dövmeden vermesi için zor ikna etmiştim zamanında.
Marketlerde marine edilmiş olarak da biftek satılıyor ama ben asla tercih etmiyorum.
Bifteği mümkünse en az 1 gün önceden alın. Her parçayı iyice zeytinyağı ile yağladıktan sonra geniş bir kaba yatırın. Üzerine kekik, fesleğen koyun ve severseniz kuru soğanı küçük parçalar halinde keserek et ile iyice yoğurunki soğanın lezzeti ete de geçsin.
Teflon tavayı iyice kızdırın ve az bir miktar zeytinyağını tavada kızdırın.
Tava iyice kızdıktan sonra biftek parçalarını tavada kızartın, burada önemli olan her iki tarafıda eşit miktarda ve iyice kızartmaktır. Bu işleme yukarıda da bahsettiğim gibi kilitleme deniyor. Kilitleme esnasında bifteğe dilediğiniz kadar tuz mümkünse deniz tuzu ekin.
Biftekleri kilitledikten sonra tavada kızartmaya devam edebilirsiniz isterseniz de fırında pişirebilirsiniz. Fırında pişirecekseniz orta ateşte (170-180 derece) 15 dakika kadar pişirin.
Eğer tavada kızartacaksınız eti ne kadar yumuşak veya sert istediğinizi belirlemek için kolay bir yol var.
Baş parmağınız ile işaret parmağınızı birbirine değdirin, bu esnasa baş parmağınızın elinizle birleştiği kısma dokunun. Bu kısmın sertliğine göre pişirme derecenizi belirleyebilirsiniz.
Az pişmiş -> Baş parmak ile işaret parmağı
Orta pişmiş -> Baş parmak ile orta parmak
Orta-çok pişmiş -> Baş parmak ile yüzük parmağı
Çok pişmiş -> Baş parmak ile küçük parmak
Şimdi gelelim o akşamki lezzetin fotoğrafına, buyrun afiyet olsun.
O akşam Zeynep'in elinden çıkma başka lezzetlerde vardı tabii ki masada.
Neler mi?
Zeytinyağlı Enginar (Bakla ile)
Közlenmiş Patlıcan Salatası
Bol yeşillikli mevsim salata (taze mısır ile)
Öncelikle iyi biftek almalısınız. Eğer mahalle kasabınız varsa kasaptan eğer yok ise etlerinin tazeliğine ve lezzetine emin olduğunuz bir marketten kişi başı 200-250 gramlık parça et alarak başlayın.
Ama sakın eti dövdürmeyin, özellikle kasaplar eti dövmeyi ve inceltmeyi çok seviyorlar. Eyüp'te devamlı alışveriş yaptığım kasabı eti dövmeden vermesi için zor ikna etmiştim zamanında.
Marketlerde marine edilmiş olarak da biftek satılıyor ama ben asla tercih etmiyorum.
Bifteği mümkünse en az 1 gün önceden alın. Her parçayı iyice zeytinyağı ile yağladıktan sonra geniş bir kaba yatırın. Üzerine kekik, fesleğen koyun ve severseniz kuru soğanı küçük parçalar halinde keserek et ile iyice yoğurunki soğanın lezzeti ete de geçsin.
Teflon tavayı iyice kızdırın ve az bir miktar zeytinyağını tavada kızdırın.
Tava iyice kızdıktan sonra biftek parçalarını tavada kızartın, burada önemli olan her iki tarafıda eşit miktarda ve iyice kızartmaktır. Bu işleme yukarıda da bahsettiğim gibi kilitleme deniyor. Kilitleme esnasında bifteğe dilediğiniz kadar tuz mümkünse deniz tuzu ekin.
Biftekleri kilitledikten sonra tavada kızartmaya devam edebilirsiniz isterseniz de fırında pişirebilirsiniz. Fırında pişirecekseniz orta ateşte (170-180 derece) 15 dakika kadar pişirin.
Eğer tavada kızartacaksınız eti ne kadar yumuşak veya sert istediğinizi belirlemek için kolay bir yol var.
Baş parmağınız ile işaret parmağınızı birbirine değdirin, bu esnasa baş parmağınızın elinizle birleştiği kısma dokunun. Bu kısmın sertliğine göre pişirme derecenizi belirleyebilirsiniz.
Az pişmiş -> Baş parmak ile işaret parmağı
Orta pişmiş -> Baş parmak ile orta parmak
Orta-çok pişmiş -> Baş parmak ile yüzük parmağı
Çok pişmiş -> Baş parmak ile küçük parmak
Şimdi gelelim o akşamki lezzetin fotoğrafına, buyrun afiyet olsun.
O akşam Zeynep'in elinden çıkma başka lezzetlerde vardı tabii ki masada.
Neler mi?
Zeytinyağlı Enginar (Bakla ile)
Közlenmiş Patlıcan Salatası
Bol yeşillikli mevsim salata (taze mısır ile)
Etiketler:
biftek,
biftek pişirme,
kremalı mantar sosu,
patates püresi,
sebze sote
12 Ocak 2010 Salı
Yakında bu sayfalarda...
Hani karşılaşırsınız ya birçok yerde, tv'de, sinemada, billboarlarda,
Ben de pek yeni olan bu sayfalarım için bir yakında listesi yayınlayayım dedim.
Sıralaması listedeki olmayabilir.
Sıralaması listedeki olmayabilir.
PEK YAKINDA BU SAYFALARDA...
. Kiralanacak diş aranıyor
Kıssa'dan hisse için kısa hikaye
Hafiflemek için hafif yemek
Her ne kadar "Can boğazdan gelir.", "Atın ölümü arpadan olsun." diye söylense de, ağır yemekler yemek bir de bu yemekleri çokca yemek herkeste gramaj hatta kilogramaj sorunlarının en büyük nedeni oluyor malumunuz.
Geçtiğimiz haftasonu ben ve eşim Cumartesi gecesi dışarıda limitin kendimiz olduğu bir promosyona kanarak kana kana pizza yediğimiz için pazar akşamı hafif birşeyler yapmaya ve yemeye karar verdik.
Hafif bir lezzet için sebze her zaman doğru seçenek olmuştur. Eşimle iş bölümü yaptıktan sonra pazar akşamı yiyeceğimiz hafif lezzetin sebze kısmını ben üstlendim, sebze ile birlikte yiyeceğimiz pilav kısmını ise eşim üstlendi.
Önce tereyağlı pilavdan başlayalım, okuduktan sonra siz "hem hafif bir lezzet diyorsun hem de tereyağlı pilavı anlatıyorsun. Bu ne perhiz bu ne pilav?" diyebilirsiniz ama olsun, dengeli (bir kısmı hafif bir kısmı ağır) olmak her zaman iyidir.
Pilav yapmanın püf noktası elbette pirinç ve su oranını iyi ayarlamaktan geçiyor, eşimin altın oranı 2 bardak pirince 2,5 bardak su, ayrıca pirinçleri kavuracak mısınız yoksa haşlayacak mısınız bu da önemli bir etken.
Eşim pirinçleri sıcak suda haşlayarak başlıyor pilav yapmaya. 2 bardak taşları ayıklanmış pirinci derin bir kaba koyarak üzerine pirinçleri kaplayacak kadar kaynamış suyu döküyor ve bir süre bekliyor.
Bu sırada geniş ve derin olmayan bir tencereye tereyağını, bir miktar et suyunu ekliyor ve orta ateşin üzerine koyuyor. Suda bekleyen pirinçleri süzdükten sonra tencereye alarak 2,5 bardak suyu da ekliyor, biraz karıştırdıktan sonra pirinçlerin iyice suyu çekmesine kadar pişirmeye devam ediyor. Pirinçler suyunu iyice çektikten sonra ateşi kapatıp pilavı dinlendirmeye bırakıyor. İşte size lezzetli bir pilav.
Bu arada ilginç bir bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum.
" Sizce 1 çay kaşığına kaç pirinç sığar?
100 tanenin üzerinde sığıyor, isterseniz deneyebilirsiniz."
Şimdi gelelim o akşamın hafif lezzetine, aslında bu lezzeti bir yan yemek olarak özellikle etlerin yanında da yiyebilirsiniz, gayet tamamlayıcı bir lezzet.
Sote yaptım sebzeleri o akşam hafif yemek adına hafiflemek için.
Taze sattıklarına emin olduğunuz bir marketten veya artık çok da kalmayan bir mahalle manavından, havuç, kabak, kırmızı ve yeşil biber, sarımsak alın.
Önce sebzeleri hazırlayarak başlayın, kabakların ve havuçların kabuklarını soyarak elinizin küçük parmağı boyutlarında kesin. Biberleri de içindeki çekirdekleri çıkardıktan sonra halka şeklinde kesin. Birkaç diş sarımsağın dış kabuklarını çıkarıp küçük parçalar halinde doğrayın.
Bu hazırlıkları yaptıktan sonra varsa bir vog tavayı yüksek ateşe koyun ve bir miktar zeytinyağını kızdırın.
İlk önce havuçları tavaya atın ve yumuşamaya başlayana kadar havuçları soteleyin. Havuçtan sonra sırayla sarımsağı, biberi ve kabağı ekleyerek tavada soteleyin.
Bu kadar anlattıktan sonra bir fotoğraf ile gelinen durumu göstermekte fayda var. Bu fotoğraf tam bir renkler cümbüşü gördüğünüz gibi, kırmızılar, yeşiller, turuncular, sarılar. Sotenin bu hali bile iştah açıyor.
Baharatlar her zaman lezzete lezzet katar, karabiber ise yemeklerin vazgeçilmezidir. Sotelemeye devam ederken istediğiniz kadar karabiberi de ekleyin ama ben ayrıca bir miktar kimyon da ekliyorum ki karabiber ve kimyon ikilisi damak tadına iyi hizmet ediyor.
Kararınca soteledikten sonra bu lezzeti servis edebilirsiniz.
Yukarıdaki fotoğraftan da farkedeceğiniz gibi özenerek yaptığınız bir yemeğin sunumu da önemli oluyor. Soya soslu tavuk'un servisi ve fotoğrafı acemiceydi kabul ediyorum.
Fakat bu lezzetin servisinde, dostum ve taze bir baba olan Hakan'ın önerisi ile beyaz bir servis tabağı kullandım.
Bu tabaktan biraz bahsetmek istiyorum tam da burada. Eşimin çeyizinde bulunan yemek takımından bir tabak, "İstanbul Porselen" markası ve 35 yıllık bir takımın parçası. Artık "İstanbul Porselen" adlı bir marka yok ama bulabilirseniz müzayedelik olarak değerlendiriliyor. Tabağın kenarındaki süslemeler altın yazdızlı ve eşim bu takıma gözü gibi bakıyor.
Sonuç olarak lezzetli yerim evimin mutfağında size bir lezzet daha anlatıverdim beğeneceğinizi umarak.
Geçtiğimiz haftasonu ben ve eşim Cumartesi gecesi dışarıda limitin kendimiz olduğu bir promosyona kanarak kana kana pizza yediğimiz için pazar akşamı hafif birşeyler yapmaya ve yemeye karar verdik.
Hafif bir lezzet için sebze her zaman doğru seçenek olmuştur. Eşimle iş bölümü yaptıktan sonra pazar akşamı yiyeceğimiz hafif lezzetin sebze kısmını ben üstlendim, sebze ile birlikte yiyeceğimiz pilav kısmını ise eşim üstlendi.
Önce tereyağlı pilavdan başlayalım, okuduktan sonra siz "hem hafif bir lezzet diyorsun hem de tereyağlı pilavı anlatıyorsun. Bu ne perhiz bu ne pilav?" diyebilirsiniz ama olsun, dengeli (bir kısmı hafif bir kısmı ağır) olmak her zaman iyidir.
Pilav yapmanın püf noktası elbette pirinç ve su oranını iyi ayarlamaktan geçiyor, eşimin altın oranı 2 bardak pirince 2,5 bardak su, ayrıca pirinçleri kavuracak mısınız yoksa haşlayacak mısınız bu da önemli bir etken.
Eşim pirinçleri sıcak suda haşlayarak başlıyor pilav yapmaya. 2 bardak taşları ayıklanmış pirinci derin bir kaba koyarak üzerine pirinçleri kaplayacak kadar kaynamış suyu döküyor ve bir süre bekliyor.
Bu sırada geniş ve derin olmayan bir tencereye tereyağını, bir miktar et suyunu ekliyor ve orta ateşin üzerine koyuyor. Suda bekleyen pirinçleri süzdükten sonra tencereye alarak 2,5 bardak suyu da ekliyor, biraz karıştırdıktan sonra pirinçlerin iyice suyu çekmesine kadar pişirmeye devam ediyor. Pirinçler suyunu iyice çektikten sonra ateşi kapatıp pilavı dinlendirmeye bırakıyor. İşte size lezzetli bir pilav.
Bu arada ilginç bir bilgiyi sizinle paylaşmak istiyorum.
" Sizce 1 çay kaşığına kaç pirinç sığar?
100 tanenin üzerinde sığıyor, isterseniz deneyebilirsiniz."
Şimdi gelelim o akşamın hafif lezzetine, aslında bu lezzeti bir yan yemek olarak özellikle etlerin yanında da yiyebilirsiniz, gayet tamamlayıcı bir lezzet.
Sote yaptım sebzeleri o akşam hafif yemek adına hafiflemek için.
Taze sattıklarına emin olduğunuz bir marketten veya artık çok da kalmayan bir mahalle manavından, havuç, kabak, kırmızı ve yeşil biber, sarımsak alın.
Önce sebzeleri hazırlayarak başlayın, kabakların ve havuçların kabuklarını soyarak elinizin küçük parmağı boyutlarında kesin. Biberleri de içindeki çekirdekleri çıkardıktan sonra halka şeklinde kesin. Birkaç diş sarımsağın dış kabuklarını çıkarıp küçük parçalar halinde doğrayın.
Bu hazırlıkları yaptıktan sonra varsa bir vog tavayı yüksek ateşe koyun ve bir miktar zeytinyağını kızdırın.
İlk önce havuçları tavaya atın ve yumuşamaya başlayana kadar havuçları soteleyin. Havuçtan sonra sırayla sarımsağı, biberi ve kabağı ekleyerek tavada soteleyin.
Bu kadar anlattıktan sonra bir fotoğraf ile gelinen durumu göstermekte fayda var. Bu fotoğraf tam bir renkler cümbüşü gördüğünüz gibi, kırmızılar, yeşiller, turuncular, sarılar. Sotenin bu hali bile iştah açıyor.
Baharatlar her zaman lezzete lezzet katar, karabiber ise yemeklerin vazgeçilmezidir. Sotelemeye devam ederken istediğiniz kadar karabiberi de ekleyin ama ben ayrıca bir miktar kimyon da ekliyorum ki karabiber ve kimyon ikilisi damak tadına iyi hizmet ediyor.
Kararınca soteledikten sonra bu lezzeti servis edebilirsiniz.
Yukarıdaki fotoğraftan da farkedeceğiniz gibi özenerek yaptığınız bir yemeğin sunumu da önemli oluyor. Soya soslu tavuk'un servisi ve fotoğrafı acemiceydi kabul ediyorum.
Fakat bu lezzetin servisinde, dostum ve taze bir baba olan Hakan'ın önerisi ile beyaz bir servis tabağı kullandım.
Bu tabaktan biraz bahsetmek istiyorum tam da burada. Eşimin çeyizinde bulunan yemek takımından bir tabak, "İstanbul Porselen" markası ve 35 yıllık bir takımın parçası. Artık "İstanbul Porselen" adlı bir marka yok ama bulabilirseniz müzayedelik olarak değerlendiriliyor. Tabağın kenarındaki süslemeler altın yazdızlı ve eşim bu takıma gözü gibi bakıyor.
Sonuç olarak lezzetli yerim evimin mutfağında size bir lezzet daha anlatıverdim beğeneceğinizi umarak.
Etiketler:
hafif yemek,
hafiflemek,
pilav,
sebze sote,
tereyağlı pilav
8 Ocak 2010 Cuma
Bahçelievler'de balık
İstanbul ve balık her zaman cezbedici bir ikili olmuştur. Kış ayları özellikle mevsim geçişleri balık için ideal zamandır der babam. Balık alırken gözlerine ve solungaçlarına bakacaksın taze mi yoksa buzhane balığı mı diye de ekler her zaman.
Evde balık yapmayı herkes tercih etmeyebilir çünkü balık kızartma yapacaksanız mutfağınızda iyi de bir havalandırma yoksa, tüm ev hatta apartmanın koridorları dahi balık kızartması kokar ve bu koku en az bir gün ayrılmaz evinizden ve apartmanınızdan.
Dışarıda balık yemek, hem koku hem de hazırlık derdinden kurtarır sizi, lakin bu seferde dışarıda yemeğe ayıracağınız bütçe önemli olacaktır.
Balık restaurantlarının fiyatları İstanbul'da hele boğaz kıyısında ise herkese ve her keseye uymayabilir.
Ama size mütevazi ve bir o kadar da lezzetli bir yeri anlatmak istiyorum. Maalesef o akşam yanımda fotoğraf makinem olmadığı için yediklerimizi fotoğraflayamadım sadece yazdıklarımla anlatacağım. Bu yeri arkadaşım önermiş ve beraber gitmiştik. Bu hafta salı günü eşim Evrim, arkadaşım Barış ve eşi Esin ile birlikte tekrar gittik bir akşam yemeği için.
Bu lezzetli yerin adı Seyran Balık Lokantası, adresi ise Bahçelievler Çalışlar caddesi, Celal Nuri sokağının başı.
Seyran'ın girişinde balık da satılıyor büyükçe bir tezgahta, isterseniz alıp evinize de götürebilirsiniz.
Bu lezzetli yerin içi sade dekore edilmiş. Birkaç merdiven ile zeminden yukarı çıkıyorsunuz lokanta kısmı için.
Her balık lokantası, restaurantında olduğu gibi balık öncesi başlangıç, ara sıcak ve mezelerinizi görerek seçebilirsiniz.
Biz o akşam ortaya duble bir mevsim salata, karides güveç ve benim vazgeçilmezim kalamar tava söyledik. Salata gerçekten güzel hazırlanmış, zeytinyağı ve ekşisi dengeli bir şekilde ayarlanmıştı. Kalamar ise tazeydi ama güveçte karides geldiğinde masanın hakimi oldu diyebilirim. Güvecin sıcaklığıyla karidesleri ve mantarları saran sos hala kaynamaktaydı.
Ekmeği kaynayan sosa bandırıp ekmekle birlikte güveçten bir parça karides ve yanına da bir parça mantarı iliştirip ağzınıza attığınızda sizi kucaklayan lezzetin tarifini burada kelimelerle anlatmam pek mümkün değil.
Balık olarak ise ben, eşim ve Barış için levrek fileto ızgara, Barış'ın eşi için de hamsi tava söyledik. Levrekler ızgarada tam kıvamında pişirilmiş olarak bir kayık tabakta limon ve roka ile servis edildi. Roka balığın yanında vazgeçilmez bir yeşilliktir ama oldum olası ben ısınamadım rokaya.
Seyran'da alkollü içki satılmadığını belirtmek istiyorum. İçecek olarak da kolalar yemeklerimize eşlik etti.
Bu güzel yemeği ince çekilmiş antep fıstığı ile pişirilmiş irmik helvasının üzerine kaymaklı dondurma ile tatlandırarak bitirdik.
Çaylarımızı yudumlayıp uzunca sohbet ettikten sonra da bir sonraki buluşmanın ve yemeğin sözünü vererek ayrıldık.
Bu yemek kaça TL'ye çıktı peki. Herşey dahil 4 kişi için toplam 123 TL ödedik. Düzeltiyorum Barış ödedi. Kesene bereket dostum Barış.
Evde balık yapmayı herkes tercih etmeyebilir çünkü balık kızartma yapacaksanız mutfağınızda iyi de bir havalandırma yoksa, tüm ev hatta apartmanın koridorları dahi balık kızartması kokar ve bu koku en az bir gün ayrılmaz evinizden ve apartmanınızdan.
Dışarıda balık yemek, hem koku hem de hazırlık derdinden kurtarır sizi, lakin bu seferde dışarıda yemeğe ayıracağınız bütçe önemli olacaktır.
Balık restaurantlarının fiyatları İstanbul'da hele boğaz kıyısında ise herkese ve her keseye uymayabilir.
Ama size mütevazi ve bir o kadar da lezzetli bir yeri anlatmak istiyorum. Maalesef o akşam yanımda fotoğraf makinem olmadığı için yediklerimizi fotoğraflayamadım sadece yazdıklarımla anlatacağım. Bu yeri arkadaşım önermiş ve beraber gitmiştik. Bu hafta salı günü eşim Evrim, arkadaşım Barış ve eşi Esin ile birlikte tekrar gittik bir akşam yemeği için.
Bu lezzetli yerin adı Seyran Balık Lokantası, adresi ise Bahçelievler Çalışlar caddesi, Celal Nuri sokağının başı.
Seyran'ın girişinde balık da satılıyor büyükçe bir tezgahta, isterseniz alıp evinize de götürebilirsiniz.
Bu lezzetli yerin içi sade dekore edilmiş. Birkaç merdiven ile zeminden yukarı çıkıyorsunuz lokanta kısmı için.
Her balık lokantası, restaurantında olduğu gibi balık öncesi başlangıç, ara sıcak ve mezelerinizi görerek seçebilirsiniz.
Biz o akşam ortaya duble bir mevsim salata, karides güveç ve benim vazgeçilmezim kalamar tava söyledik. Salata gerçekten güzel hazırlanmış, zeytinyağı ve ekşisi dengeli bir şekilde ayarlanmıştı. Kalamar ise tazeydi ama güveçte karides geldiğinde masanın hakimi oldu diyebilirim. Güvecin sıcaklığıyla karidesleri ve mantarları saran sos hala kaynamaktaydı.
Ekmeği kaynayan sosa bandırıp ekmekle birlikte güveçten bir parça karides ve yanına da bir parça mantarı iliştirip ağzınıza attığınızda sizi kucaklayan lezzetin tarifini burada kelimelerle anlatmam pek mümkün değil.
Balık olarak ise ben, eşim ve Barış için levrek fileto ızgara, Barış'ın eşi için de hamsi tava söyledik. Levrekler ızgarada tam kıvamında pişirilmiş olarak bir kayık tabakta limon ve roka ile servis edildi. Roka balığın yanında vazgeçilmez bir yeşilliktir ama oldum olası ben ısınamadım rokaya.
Seyran'da alkollü içki satılmadığını belirtmek istiyorum. İçecek olarak da kolalar yemeklerimize eşlik etti.
Bu güzel yemeği ince çekilmiş antep fıstığı ile pişirilmiş irmik helvasının üzerine kaymaklı dondurma ile tatlandırarak bitirdik.
Çaylarımızı yudumlayıp uzunca sohbet ettikten sonra da bir sonraki buluşmanın ve yemeğin sözünü vererek ayrıldık.
Bu yemek kaça TL'ye çıktı peki. Herşey dahil 4 kişi için toplam 123 TL ödedik. Düzeltiyorum Barış ödedi. Kesene bereket dostum Barış.
Etiketler:
balık,
dondurmalı irmik helvası,
kalamar tava,
karides güveç,
levrek ızgara,
Seyran Balık
4 Ocak 2010 Pazartesi
Svickova
Hani derler ya “İşi gereği eşim çok geziyor.”, eşim de bu lafı benim için çokca sarfediyor. Bilişim sektöründe çalışıyorsanız ve de tedarikçiler ile ilişkileri siz yönetiyorsanız, yurtiçi ve yurtdışı geziler sizin yakanızı da bırakmayacaktır.
Sektörün önde gelen firmalarından biri olan Datateknik’in Bireysel Pazarlama Müdürü olarak ben de Evliya Çelebi ile belki aşık atamam ama hatırı sayılır şekilde seyahate çıkıyorum. Gün itibariyle mütevaziliğe kaçmadan rahatça söyleyebilirim ki ikinci pasaportumun iki vize sayfası kaldı.
Geçen yıl 22-24 Nisan tarihleri arasında Intel’in her yıl düzenlemiş olduğu “Intel Solution Summit 2009”a katılmak üzere şirketimizden kalabalıkça bir grup Prag’a gitmiştik. Prag ile ilgili uzunca yazmayacağım ama gerçekten görülmesi gereken şehirler listesi yapıyorsanız, Prag’ı listenize eklemeyi unutmayın.
Intel’in zirvesi 24 Nisan’da bitmesine rağmen biz seyahatimizi bir gün daha uzatarak şehiri gezmeye vakit ayırdık. Şehir gezisi gününde geç kahvaltı edenler arasında olduğum için saat 12’ye gelmesine rağmen henüz acıkmamıştım fakat benim ekibimde çalışan ve bu seyahatte aramızda olan Oğuzhan vakit kaybetmemek için kahvaltı edemediğinden aç ve bitap bir şekilde kahvaltı edecek yerleri kontrol ediyordu.
Otelden çıkıp şehiri yürüyerek gezerken “Old town square” birebir çevirisi ile “Eski şehir meydanı”na geldik.
Güneşli ve ılıman bir hava hakimdi şehire, meydanın birçok yerinde masalar kurulmuştu restaurantlar tarafından. Oğuzhan için kahvaltı vakti geçtiği, bizim için de henüz öğle yemeği vakti gelmediği için meydandaki masalardan birine iliştik, biz birşeyler içmeye, Oğuzhan’ın da açlığını gidermesine karar vererek.
Biz içeceklerimizi sipariş ederken Oğuzhan’a da Çek mutfağının en bilenen yemekleri arasında olan Svickova sipariş ettik.
Bu yemek çok iyi terbiye edilerek pişirilmiş dana etinin alışık olmadığımız bir tarzda sunulması ile ilginç bir lezzetler bütünü haline geliyor. Bu lezzet karşısında ikinci tabağı da sipariş ederek ön öğle yemeğimizi de yemiş olduk. Kayık tabakta servis edilen Svickova’nın ana bileşenlerden biri (eh bilişim sektöründen biri yemek anlatır ve tarif ederse, kendi sektöründe sıkça kullanılan ifadelere yer verir.) dana eti olmakla birlikte tabağın alt kısmı tamamen sos ile kaplanıyor. Dana eti bu sos içinde yüzüyor diyebiliriz. Ayrıca kabukları alınmış somun ekmek dilimleri de ete eşlik ediyor, krema ve kuşburnu reçeli bu yemeğin en ilginç tatları ayrıca.
Et yemeğinde reçelin ve kremanın bulunmasını garip karşılayabilirsiniz fakat aç olmamama rağmen bu lezzetli yemeği gerçekten lezzetli bir yer olan Prag Eski Şehir meydanındaki bir restaurantta yemek ayrı bir zevkti benim için.
O gün bu erken öğle yemeğinden sonra gecenin ilerleyen saatlerine kadar Prag şehrini gezmeye devam ettik ve yorgun olarak otelimize geldik. Ertesi gün ise İstanbul’a yani hayatımdaki en lezzetli yerleri barındıran şehire döndük.
3 Ocak 2010 Pazar
Soya Soslu Tavuk
Listenin başından yani evimin mutfağından size ile lezzetli yemek. Bir iş arkadaşımdan öğrendiğim tarifle yaptığım SOYA SOSLU TAVUK.
Çok basit bir yemek aslında, öyle madde madde içindekileri saymaya gerek yok. Kaç kişilik yapmak istiyorsanız, her iki kişi için bir tavuk göğüs eti yeterli. Aldığınız yere göğüs etinin biftek gibi kestitirseniz iyi olur, yoksa evde biraz uğraşırsınız.
Çok basit bir yemek aslında, öyle madde madde içindekileri saymaya gerek yok. Kaç kişilik yapmak istiyorsanız, her iki kişi için bir tavuk göğüs eti yeterli. Aldığınız yere göğüs etinin biftek gibi kestitirseniz iyi olur, yoksa evde biraz uğraşırsınız.
Öncelikle tavuk etini "julyen" olarak kesmelisiniz. Yani ince dilimler halinde kesin. Vog tavanızı ocağın üzerine koyun ve yüksek ateşte ısıtın. Vog tavanız yok ise teflon herhangibir tava da kullanabilirsiniz. Vog tavanız ısınırken birkaç diş sarımsağın kabuklarını soyun ve küçük parçalar halinde iyi doğrayın. Bu doğrama esnasında elleriniz sarımsak kokarsa dert etmeyin, çaresi var. Muftağınızdaki lavabonun evyesi çelik ise ellerinizi evyeye iyice sürerek sarımsak kokusundan kurtulabilirsiniz.
Vog tava iyive ısındığında bir miktar zeytinyağını tavaya döküp, yağı kızdırın. Kestiğiniz tavuk etlerini kızgın tavaya atıp sotelemeye başlayın. 5 dakika kadar soteledikten sonra sarımsakları tavaya ilave edin. Tavuk etleri su salacaktır, suyunu çekene kadar sotelemeye devam edin ve bu esnada soya sosunu ilave edin. Soya sosu tuzlu olduğunda dikkatli bir şekilde kullanın. Ben bu tarifi ilk denediğimde sosu fazla kaçırdığımdan bol tuzlu bir tavuk eti yedik.
Ben "Kühne" soya sosunu kullandım bu tarifi yaparken. Aslında marketlerde tuzu az soya sosları da bulunuyor. Alırken dikkat edebilirsiniz.
Soya sosu tavuk etlerinin rengini koyulaştıracaktır. Etler soya sosunu iyice çekene kadar sotelemeye devam edin ve piştiğine emin olduğuzda servis edebilirsiniz.
Bu tarifin yanına birçok şey ekleyip zenginleştirebilirsiniz. Makarna veya pilav ile güzel olur, her ikisini de denemiştim, fakat bu sefer patates püresi ile servis yaptım ve eşim Evrim, büyük oğlum Burak ve hatta 1.5 yaşındaki küçük oğlum Arda ile bu lezzetli yemeği, bir o kadar lezzetli bir mekan olan evimizin mutfağında yılbaşı gecesi yedik.
Bu tarifi öğrendiğim iş arkadaşım Cengiz'e de teşekkürlerimi iletiyorum.
LEZZETLİ YERLER, LEZZETLİ YEMEKLER
En lezzetli yemekleri yediğiniz yer neresi hayatınızda. Evimin mutfağı benim lezzetli yerler listemin başında geliyor. Belki sizin de öyledir.
Bu sayfada başlıkta da bahsettiğim gibi lezzetli yemekleri yiyebileceğiniz yerleri de bulacaksınız, lezzetli yemeklerin nasıl yapıldığını da, bazen de bir lezzet hikayesi okuyacaksınız.
Bu sayfada başlıkta da bahsettiğim gibi lezzetli yemekleri yiyebileceğiniz yerleri de bulacaksınız, lezzetli yemeklerin nasıl yapıldığını da, bazen de bir lezzet hikayesi okuyacaksınız.
Etiketler:
lezzet,
lezzet hikayesi,
lezzetli yemekler,
lezzetli yerler,
mutfak,
yemek
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)